Dershaneydi, etüt merkeziydi, özel
dersti derken binlerce liralık masrafa ve en az 1 yıl süren psikolojik baskıya
dayanarak kazanıp geldiğimiz üniversitelerde; siyasetin ‘s’sini bile aklımızdan
geçirsek kafamıza yiyeceğimiz sopanın gölgesi ve daha okula kayıt yaptırır
yaptırmaz girdiğimiz borç yükü altında, mezun olduğumuzda ne iş yapacağımızı
asla bilemeden yıllarımızı geçiriyoruz. Okul bitiyor, daha iş bulamadan,
üstelik edindiğimiz mesleki birikimle alakalı bir iş bulup bulamayacağımızı
bile bilmiyorken, “yıllardır temel ihtiyaçlarını bile zor karşılayıp yarı aç
yarı tok geçinebilmek için aldığın krediyi geri öde” diye tepemize
çöküveriyorlar. Kimimiz işsiz kalıp bunalıma giriyor, canına kıyan bile oluyor,
kimimiz de eğitimini aldığı, hayalini kurduğu meslekle hiç ilgisi olmayan
işlerde mecburen çalışıyor.
Oysa
üniversiteler ‘bilimsel, özgür düşüncenin’ geliştirildiği, toplumu ilerletecek
bireylerin yetiştirildiği kurumlar, bilim yuvaları değil miydi? Kim, nasıl bu
hale getirdi?
Gelin
senaryoyu başından bir hatırlayalım…
1960’taki
27 Mayıs Politik Devrimi sonrasında
ülkemizde demokratik hak ve özgürlüklerin artmasıyla devrimci gençlik
hareketleri hız kazandı. Kampüslere sosyalist gençler hakim durumdaydı.
Sosyalist yayınların basımının ve yayılmasının da kolaylaşmasıyla sosyalist
hareket güçlü bir duruma gelmişti. Toplumsal olayların en önünde, İşçi Sınıfı’nın hemen yanında öğrenciler vardı.
Parababaları,
ABD Emperyalistlerinin ‘bizim oğlanlar’ diye adlandırdığı uşakları, gençliğin
bu hareketlerini durdurmak ve örgütlülüğü dağıtmak için 12 Mart Faşist Darbesini gerçekleştirdi. Darbeyle birlikte
özgürlükleri kısıtlamak, gençliğin elinden demokratik haklarını almak
istediler. Gençlik önderleri olan Denizleri, Mahirleri katlettiler. O da
yetmedi. 12 Eylül Faşist Darbesini(1980)
gerçekleştirdiler. Sosyalist yayınlar yakıldı, yasaklandı. Binlerce genç
işkenceden geçirildi, katledildi. ABD casus örgütü CIA eliyle anayasa
değiştirildi, demokratik hak ve özgürlükler kısıtlandı. Kampüslere
parababalarının askerleri olan kolluk kuvvetleri hakim oldu.
Bir
icraatları daha olacaktı bu parababalarının. Gençleri apolitikleştiren,
düşünmekten ve sorgulamaktan uzaklaştran bir mekanizma gerekiyordu onlara.
Okumayan, düşünmeyen ve özellikle de ‘davranamayan’ bir gençlik istiyordu onlar.
İşte tam da bu nedenle 6 Kasım
1981’de YÖK kuruldu. Yüzlerce eğitim görevlisi
görevlerinden alındı. Yerlerine Ortaçağcı, şovenist CIA doktrinleriyle
donatılmış ‘müritler’ getirildi.
Bu
CIA projesiyle okullarımız parababalarının arka bahçesine dönüştürüldü. Baştan
aşağı kendi ‘öğretmenleri’, kendi kolluk kuvvetleriyle donattılar okulları.
Kampüslerde özgür düşünce ortamı yok edildi. Okullar birer ticarethaneye
dönüştürüldü. Müfredatın içi boşaltıldı. Ezberci, bilimsellikten uzak,
şovenist, gerici bir eğitim müfredatı hazırlandı. Parababaları uyuşuk,
sürüleştirilmiş, güdebilecekleri bir genç nesil yetişsin istiyorlardı.
Sonrası
malum…
YÖK
hala üniversitelerin bağrına oturmuş durumda. Hem de eskisinden daha gerici,
eskisinden daha cüretkar ve eskisinden daha vahşice saldırıyor. Okullar bilim
yuvası olmaktan çıkarıldı. Her geçen gün eğitimin içi daha da boşaltılıyor.
Devrimciler ‘kılıçtan geçirildi, Ortaçağcılar dolduruldu okullarımıza. Okullar
tarikat evlerinden farksız durumda artık.
Gün
geçmiyor ki yeni bir üniversite açılmasın. Nicelikçe artan üniversitelerimiz
nitelikçe zayıflatılıyor. Tabii bu devlet üniversiteleri için geçerli bir
durum. Her geçen yıl devlet üniversitelerimiz sıralamada gerilerken onların
yerlerini özel üniversiteler dolduruyor. Özel üniversitelerde geniş laboratuvar
imkanları varken, devlet üniversitelerinde öğrenci başına bir mikroskop bile
düşmüyor çoğu zaman. Dünya sıralamasında da her geçen yıl geriliyor
üniversitelerimiz.
Sonra
da ‘koca reis’ Erdoğan, ‘’Türkiye’nin nasıl oluyor da dünyanın en büyük 500
üniversite arasında ismi okunmuyor?’’ diye soruyor. Siz değil misiniz
polisinizle üniversiteleri karakola çeviren? Siz değil misiniz rektörlük
seçimlerini kaldırıp saraydan kendi yandaşlarınızı rektör olarak atayan? Siz
değil misiniz üniversitelerin yıllık ödeneklerini rektörlerin makam araçlarına
yatıran, onların ceplerini dolduran? Siz değil misiniz ekonomik krizin
faturasını yemekhane, yurt, okul masraflarına kesen? Siz değil misiniz köklü
üniversitelermizin yetiştirdiği nitelikli akademisyenleri ihraç eden, yerlerine
vahiy bilimini okumuş kapı kullarınızı getiren? Siz değil misiniz en köklü
üniversitelerimizi bölüp parçalayan, kampüslerini şehir dışına atan? Siz değil
misiniz üniversite arazilerine rant gözüyle bakan, gözü dönmüş yamyamlar gibi o
arazileri kapışan, üzerinden ticaret yapan? Bu üniversitelerin mezunları değil
mi işsiz kalan, öğretmenlik okuyup garsonluk yapan? Nasıl düşmesin
sıralamaları!
Arkadaş!
Bu anlatılan senin hikayendir! Bu filmde, ‘arka fondan geçen vatandaş’ değil de
‘başrol’ olmak senin elinde!
Okullarımızı,
geleceğimizi ABD ve AB Emperyalistlerinin uşaklığını yapan Ortaçağcıların eline
bırakmayalım. Onların rant aracı, ticarethanesi yaptırmayalım.
Kurtuluş
Partisi Gençliği, demokratik, laik, anadilde, bilimsel, parasız, eşit
koşullarda bir eğitim için mücadele ediyor ve etmeye de devam edecek. Bulunduğumuz üniversitelerde,
ülkemizi Yeni Sevr’e ve Ortaçağ karanlığına götürmek isteyen ABD
Emperyalistlerine ve işbirlikçileri olan AKP’giller’e karşı mücadele etmeye
devam edeceğiz. Vatanımızı
AB-D Emperyalistlerinden, yerli satılmışlardan temizleyecek ve Demokratik Halk
Devrimi’ni başaracağız. Gerçekten parasız, eşit, demokratik, bilimsel eğitim
veren “Demokratik Halk Üniversiteleri”ni
kuracağız.
Yaşasın
Parasız, Demokratik, Bilimsel, Laik ve Anadilde Eğitim!
Kahrolsun
YÖK! Yaşasın Gençliğin Devrimci Mücadelesi!
Yaşasın
Demokratik Halk Üniversiteleri Mücadelemiz!
Kurtuluş Partisi Gençliği