6 Kasım 2018 Salı

Bugün YÖK’ün doğum günü!



Dershaneydi, etüt merkeziydi, özel dersti derken binlerce liralık masrafa ve en az 1 yıl süren psikolojik baskıya dayanarak kazanıp geldiğimiz üniversitelerde; siyasetin ‘s’sini bile aklımızdan geçirsek kafamıza yiyeceğimiz sopanın gölgesi ve daha okula kayıt yaptırır yaptırmaz girdiğimiz borç yükü altında, mezun olduğumuzda ne iş yapacağımızı asla bilemeden yıllarımızı geçiriyoruz. Okul bitiyor, daha iş bulamadan, üstelik edindiğimiz mesleki birikimle alakalı bir iş bulup bulamayacağımızı bile bilmiyorken, “yıllardır temel ihtiyaçlarını bile zor karşılayıp yarı aç yarı tok geçinebilmek için aldığın krediyi geri öde” diye tepemize çöküveriyorlar. Kimimiz işsiz kalıp bunalıma giriyor, canına kıyan bile oluyor, kimimiz de eğitimini aldığı, hayalini kurduğu meslekle hiç ilgisi olmayan işlerde mecburen çalışıyor.
Oysa üniversiteler ‘bilimsel, özgür düşüncenin’ geliştirildiği, toplumu ilerletecek bireylerin yetiştirildiği kurumlar, bilim yuvaları değil miydi? Kim, nasıl bu hale getirdi?

Gelin senaryoyu başından bir hatırlayalım…
1960’taki 27 Mayıs Politik Devrimi sonrasında ülkemizde demokratik hak ve özgürlüklerin artmasıyla devrimci gençlik hareketleri hız kazandı. Kampüslere sosyalist gençler hakim durumdaydı. Sosyalist yayınların basımının ve yayılmasının da kolaylaşmasıyla sosyalist hareket güçlü bir duruma gelmişti. Toplumsal olayların en önünde, İşçi Sınıfı’nın hemen yanında öğrenciler vardı.
Parababaları, ABD Emperyalistlerinin ‘bizim oğlanlar’ diye adlandırdığı uşakları, gençliğin bu hareketlerini durdurmak ve örgütlülüğü dağıtmak için 12 Mart Faşist Darbesini gerçekleştirdi. Darbeyle birlikte özgürlükleri kısıtlamak, gençliğin elinden demokratik haklarını almak istediler. Gençlik önderleri olan Denizleri, Mahirleri katlettiler. O da yetmedi. 12 Eylül Faşist Darbesini(1980) gerçekleştirdiler. Sosyalist yayınlar yakıldı, yasaklandı. Binlerce genç işkenceden geçirildi, katledildi. ABD casus örgütü CIA eliyle anayasa değiştirildi, demokratik hak ve özgürlükler kısıtlandı. Kampüslere parababalarının askerleri olan kolluk kuvvetleri hakim oldu.
Bir icraatları daha olacaktı bu parababalarının. Gençleri apolitikleştiren, düşünmekten ve sorgulamaktan uzaklaştran bir mekanizma gerekiyordu onlara. Okumayan, düşünmeyen ve özellikle de ‘davranamayan’ bir gençlik istiyordu onlar.
İşte tam da bu nedenle 6 Kasım 1981’de YÖK kuruldu. Yüzlerce eğitim görevlisi görevlerinden alındı. Yerlerine Ortaçağcı, şovenist CIA doktrinleriyle donatılmış ‘müritler’ getirildi.
Bu CIA projesiyle okullarımız parababalarının arka bahçesine dönüştürüldü. Baştan aşağı kendi ‘öğretmenleri’, kendi kolluk kuvvetleriyle donattılar okulları. Kampüslerde özgür düşünce ortamı yok edildi. Okullar birer ticarethaneye dönüştürüldü. Müfredatın içi boşaltıldı. Ezberci, bilimsellikten uzak, şovenist, gerici bir eğitim müfredatı hazırlandı. Parababaları uyuşuk, sürüleştirilmiş, güdebilecekleri bir genç nesil yetişsin istiyorlardı.

Sonrası malum…
YÖK hala üniversitelerin bağrına oturmuş durumda. Hem de eskisinden daha gerici, eskisinden daha cüretkar ve eskisinden daha vahşice saldırıyor. Okullar bilim yuvası olmaktan çıkarıldı. Her geçen gün eğitimin içi daha da boşaltılıyor. Devrimciler ‘kılıçtan geçirildi, Ortaçağcılar dolduruldu okullarımıza. Okullar tarikat evlerinden farksız durumda artık.
Gün geçmiyor ki yeni bir üniversite açılmasın. Nicelikçe artan üniversitelerimiz nitelikçe zayıflatılıyor. Tabii bu devlet üniversiteleri için geçerli bir durum. Her geçen yıl devlet üniversitelerimiz sıralamada gerilerken onların yerlerini özel üniversiteler dolduruyor. Özel üniversitelerde geniş laboratuvar imkanları varken, devlet üniversitelerinde öğrenci başına bir mikroskop bile düşmüyor çoğu zaman. Dünya sıralamasında da her geçen yıl geriliyor üniversitelerimiz.
Sonra da ‘koca reis’ Erdoğan, ‘’Türkiye’nin nasıl oluyor da dünyanın en büyük 500 üniversite arasında ismi okunmuyor?’’ diye soruyor. Siz değil misiniz polisinizle üniversiteleri karakola çeviren? Siz değil misiniz rektörlük seçimlerini kaldırıp saraydan kendi yandaşlarınızı rektör olarak atayan? Siz değil misiniz üniversitelerin yıllık ödeneklerini rektörlerin makam araçlarına yatıran, onların ceplerini dolduran? Siz değil misiniz ekonomik krizin faturasını yemekhane, yurt, okul masraflarına kesen? Siz değil misiniz köklü üniversitelermizin yetiştirdiği nitelikli akademisyenleri ihraç eden, yerlerine vahiy bilimini okumuş kapı kullarınızı getiren? Siz değil misiniz en köklü üniversitelerimizi bölüp parçalayan, kampüslerini şehir dışına atan? Siz değil misiniz üniversite arazilerine rant gözüyle bakan, gözü dönmüş yamyamlar gibi o arazileri kapışan, üzerinden ticaret yapan? Bu üniversitelerin mezunları değil mi işsiz kalan, öğretmenlik okuyup garsonluk yapan? Nasıl düşmesin sıralamaları!
Arkadaş! Bu anlatılan senin hikayendir! Bu filmde, ‘arka fondan geçen vatandaş’ değil de ‘başrol’ olmak senin elinde!
Okullarımızı, geleceğimizi ABD ve AB Emperyalistlerinin uşaklığını yapan Ortaçağcıların eline bırakmayalım. Onların rant aracı, ticarethanesi yaptırmayalım.
Kurtuluş Partisi Gençliği, demokratik, laik, anadilde, bilimsel, parasız, eşit koşullarda bir eğitim için mücadele ediyor ve etmeye de devam edecek. Bulunduğumuz üniversitelerde, ülkemizi Yeni Sevr’e ve Ortaçağ karanlığına götürmek isteyen ABD Emperyalistlerine ve işbirlikçileri olan AKP’giller’e karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Vatanımızı AB-D Emperyalistlerinden, yerli satılmışlardan temizleyecek ve Demokratik Halk Devrimi’ni başaracağız. Gerçekten parasız, eşit, demokratik, bilimsel eğitim veren “Demokratik Halk Üniversiteleri”ni kuracağız.

Yaşasın Parasız, Demokratik, Bilimsel, Laik ve Anadilde Eğitim!
Kahrolsun YÖK! Yaşasın Gençliğin Devrimci Mücadelesi!
Yaşasın Demokratik Halk Üniversiteleri Mücadelemiz!
Kurtuluş Partisi Gençliği