AB-D Emperyalistlerine, Yerli Satılmışlara, Ortaçağcı İrticaya Karşı Mücadeledir
Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşımızın önderliğinin burjuvazide olması nedeniyle mantıki sonuçlarına vardırılamayışından, yani sosyal kurtuluşla taçlandırılmamasından dolayı ülkemiz; cumhuriyetin kuruluşundan beri içeriden ve dışarıdan adım adım ilerletilen, ustaca oynanan oyunlarla, dört yıllık bir savaş sonucu yurdumuzdan kovduğumuz emperyalistlerin yeniden yarı sömürgesi durumuna düşürülmüştür.
Bugün de ülkemiz, AB-D emperyalistleri ve onların yurdumuzdaki ortağı Yerli Parababaları tarafından yönetilmektedir. Ve yine bu yerli parababaları ve onların siyasi temsilcileri; Birinci Kurtuluş Savaşı Başkomutanı Mustafa Kemal’in “...Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir…” diyerek doğru bir öngörüyle ortaya koyduğu gibi, “gaflet ve dalalet” içinde değil tam tersine “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim!” diyecek kadar bilinçlice, örgütlüce “hıyanet” içindedirler. 1 milyon şehit vererek 4 yıllık Kurtuluş Savaşıyla parçaladığımız Sevr’i bugün AB-D emperyalistleri yine dayatıyorlar. Peki, ama ülkemiz bu duruma nasıl getirilmiştir?
Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durum AB–D’nin yıllardır “Yeşil Kuşak Projesi” olarak uyguladığı politikanın sonucudur…
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında, AB-D emperyalistleri, İslam ülkelerinin Sosyalizme geçmesini önlemek, Sovyetler Birliği’ne düşman hale getirmek, bunun için de o ülkeleri geri bir dünyada tutmak, orada hapsetmek amacıyla “Yeşil Kuşak Projesi” adını verdiği insanlık dışı bir proje oluşturdu. “Siyasal İslam”ı formüle etti. Zaten geri olan İslam ülkelerini Ortaçağın karanlıklarına götürmekti amacı. Böylece de bu ülkelerde hiçbir devrimci, ilerici, demokrat hareket gelişemeyecek, kendine uygun bir ortam bulamayacaktı. İşte bu amaçla bir İslam ülkesi olan Türkiye, İmam Hatip Okullarıyla, Kur’an Kurslarıyla, Tarikatlarla donatıldı. Milyonlarca insanımız, bu Ortaçağcı kurumların eğitiminden geçirildi. Bu insanlarımız, dünya görüşleriyle, düşünce biçimleriyle artık 1400 sene öncesinin insanları durumuna getirildi, düşürüldü. Mantıklı düşünmenin ve doğa bilimlerinin düşmanı haline getirildi. Artık sadece “öbür dünya” için yaşar hale geldi bu insanlarımız.
AB-D emperyalistleri, bu aşağılık planı hayata geçirebilmek için de, zaten dünden buna hazır olan satılmış Yerli Antika ve Modern Parabalarını (Tefeci–Bezirgânları ve Finans-Kapitalistleri) kullandılar. AB-D emperyalistleri ve yerli ortakları, insanlarımızı kolayca kandırarak sömürüp soyabilmek, sağmal sürü gibi kullanabilmek için çeşitli biçimlerde uyguladıkları gerici eğitimden geçirdiler. Yine bu gerici eğitimden üniversitelerimiz ve Aydın Gençliğimiz de nasibini almış, öğretim müfredatımız bilimsellikten uzak ve ezberci bir mantıkla oluşturulmuş, öğretim elemanlarımızın çoğu gerici, şovenist ya da ümmetçi kadrolardan oluşturulmuştur. İlköğretimden liseye, toplumun her alanında değişik biçimlerde, bu Ortaçağcı eğitimden geçirilen genç insanlarımız, insanlığın ve halkımızın ilerlemesi yönünde bir tavır ortaya koyacak aydınlar olmak yerine, kendi kendilerine kelepçe vurmak için “Türban Eylemleri” yapan genç kızlarımıza ve onların destekçisi olan mantıklı düşünmekten yoksun, meczuplaştırılmış müritlere dönüştürülmüşlerdir.
YÖK Nedir? YÖK’e karşı tavrımız ne olmalıdır?
YÖK’ün 12 Eylül Faşizminin çocuğu olduğunu hep söyledik. Parababaları, YÖK’ü; üniversiteleri 24 saat işleyen holdingler, devrimci-demokrat unsurlardan temizlenmiş dikensiz gül bahçeleri haline getirmek için kurmuştur. YÖK, Bilim ve Demokrasi karşıtı uygulamaların etrafında kurumsallaştığı bir yapıdır. Bizleri müşteriye, üniversitelerimizi ticarethaneye dönüştürmeye; “paran kadar oku” demeye devam etmektedir. En ufak hak alma mücadelesine soruşturmalarla, uzaklaştırmalarla cevap vermektedir. Eğer bugün; “zorunlu bağışlar”, yüz milyonları bulan har(a)çlar, barınma, beslenme, ulaşım bizim sorunlarımızsa; hâlâ ezberci, bilimdışı eğitim alıyorsak, üniversitelerimizden geleceğe dair umudu olmayan diplomalı işsizler olarak çıkıyorsak, sırf yabancı dil eğitimi için her yıl milyonlarca doları yurt dışına Cambridge, Oxford, Longman gibi büyük kitap tekellerine verdiğimiz halde kendi kitaplarımızı basamıyorsak, bunun başlıca sorumlusu Parababaları devleti ve onun bir kurumu olan YÖK’tür.
Yerli-yabancı Parababalarının ona verdiği bu görevi, sadakatle yerine getirmeye devam eden YÖK’e karşı olmak gerekir. Ancak hayat durmuyor. Her şey değişim gösteriyor. YÖK, 10 yıl, 20 yıl önceki biçimini aynen korumamıştır. Türk-İslam sentezci eğitim politikasının yaratıcısı YÖK de kurucusu olan Doğramacı’ların çizgisini aynen devam ettirmemektedir. Burjuva anlayışta da olsa, Kemalist denebilecek dar bir bakış açısı ile de olsa, bugün “Laik”liği koruma görevini kendine biçmiştir. Son dönemde gördüğümüz sözde “Sivil” toplumun, özde Finans Oligarşisinin “Anayasa”sının tartışmalarında da YÖK, laikliği savunmuş, bu anayasanın gerici içeriğine tepkide bulunarak olumlu bir tavır göstermiştir. Bu anayasa AB-D’nin Sovyetler Birliği’nin dağılışından sonraki politikası olan, kendi emperyalist içyüzünü gizlemek, halklara “demokrasinin ve özgürlüklerin koruyucusu ve sürdürücüsü” gibi görünmek için oluşturduğu “Project Democracy”nin ürünüdür. Tayyipgillerin (Tefeci-Bezirgân Sermayenin) bu tutumu da; bugün üniversiteler için “özgürlüğü, özerkliği” savunmaları, “YÖK’ün kalkması gerektiğini” söylemeleri de; AB-D’nin Türkiye’de ve diğer geri kalmış ülkelerde uygulamaya çalıştığı, bizleri Ortaçağın karanlıklarına ve “özgürlüğün, özerkliğin” olmadığı bir sisteme sürükleyecek olan “Ilımlı İslam” modelini kabul ettirme çabalarıdır. Bütün bu nedenlerden dolayı, bugün eğitim konusundaki taleplerimizi sadece YÖK karşıtlığı üzerinden şekillendiremeyiz. YÖK’ün içerisindeki ve üniversitelerdeki şeriat karşıtı, anti–feodal hocalarımız da eğer gerçek anlamda laikliği ve laik eğitimi savunmak ve onu oluşturmak istiyorlarsa biz devrimcilerin sesine kulak vermek zorundadır.
Halkın Kurtuluş Partisi ne yapmak istiyor?
Sözümüzün başında Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşımız mantıki sonuçlarına vardırılmadığı, sosyal kurtuluşa götürülmediği için bugün bu haldeyiz demiştik. Halkın Kurtuluş Partisi, AB-D emperyalistlerine ve onun ülkemizdeki uşağı olan Finans-Kapitalistler ve Tefeci–Bezirgânlar cephesine karşı anti-emperyalist, anti-feodal, anti-şovenist Halk Kurtuluş Cephesiniörecektir.
İkinci Kurtuluş Savaşını İşçi Sınıfımız öncülüğünde, Köylümüz, Esnafımız, Aydınlarımız, Gençliğimiz, Kürt Kardeşlerimiz ve Ordu Gençliği’mizle el ele vererek, kardeşçe dayanışarak başlatacak, Ulusal Kurtuluşu sosyal kurtuluşla birleştirerek Demokratik Halk İktidarını kuracak ve halkımızı kesintisizce Sosyalizme götürecektir.
İkinci Kurtuluş Savaşımız sonunda kuracağımız Demokratik Halk İktidarında eğitimin nasıl olacağı, Halkın Kurtuluş Partisi Programı’nda şöyle belirtilmiştir:
“15- ÖĞRETİM SİSTEMİ: Özellikle kol işiyle kafa işi arasındaki uçurumu doldurma hedefini güdecek.
İLKÖĞRETİM: Çevre üretimlerinin tarla ya da fabrika vb. sistemine göre, TEKNİK ve ORTAÖĞRENİM: Memleket sanayi plânında ayrılmış o yerin pratik ekonomik ihtiyaçlarına göre programlanacak.
YÜKSEK ÖĞRENİM: yabancı yayınları aşırmalarla rızıklanan kürsü ötülgenliği yerine, memleketimizin yerüstü, yeraltı, insan, hayvan bütün varlıklarını inceleyerek, Ekonomi ve üretim şartlarımızı geliştirmeye fiilen yarar ORİJİNAL emeği geçirecek; lâboratuarını tarlalarımıza ve atölyelerimize bağlayarak BİLİM YAPMA görevini endüstriyel kalkınma hamlemizle taçlandıracak.
16-Eğitim DEMOKRATLAŞTIRILACAK. Ezberciliğe değil, güçlükler karşısında çözüm yolları bulma, yani bellek yerine zekâyı işletme prensibi, öğretim ve eğitimin baş prensibi olacak. Ölçü alınarak, kişiye özel, el yapımı ayakkabı üretir gibi, her öğrencinin kişiliğini ezmeyen eğitim güdülecek.
“Fazla diplomalı bize gerekmez” kaygısı ile, SINAV’lar öğrenci “turnikesi”, ya da salhanesi (mezbahası, kesimevi) haline sokulmayacak. Dönen (başarısız) öğrenci oranı; öğretmenin, öğretim sisteminin ve öğretim araçlarının nitelikleriyle kıyaslanacak ve başarının yükseltilmesi için, saptanan eksiklikler ya da yanlışlıklar hızla giderilecek.
Öğretimin her kademesine her yaş ve cinsiyetten herkes sınav vermek şartı ile girip belge alabilecek.
Her yerde HALK ÜNİVERSİTELERİ kurulacak.
17- Öğretim ve Eğitim, biçimi ve içeriğiyle LAİKLEŞTİRİLECEK.
18- Anadilde eğitim serbest olacak. Devlet ve diğer kamu yönetimleri bu konuda üzerlerine düşen yükümlülükleri eksiksiz yerine getirecek.
19- Yabancı dilde eğitim yasaklanacak.
20- Eğitim bütünüyle bir kamu görevi olacak. Eğitimden para kazanma yasaklanacak. Herkese eşit, parasız eğitim imkânı sunulacak.”
Bugün bunu başarmak için biz de okullarımızda, AB-D ve yerli satılmışlar cephesi, İHL’ler, Kur’an Kursları, Tarikat okulları, dershaneleri ile gençliğimizi, halkımızı uyuşturdukça biz “Laik eğitim” için mücadele etmeliyiz.
Onlar, eğitimi paralı hale getirerek “parası olan okusun, olmayan ne yaparsa yapsın” dedikçe; biz “Parasız, Demokratik eğitim” talebimizi yükseltmeliyiz.
Beyinlerimiz sömürgeleşmesin diye “Anadilde eğitim” şiarımızı haykırmalıyız.
Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı kutsal İkinci Kurtuluş Savaşımızı örgütlemek için emperyalizme, feodalizme, faşizme ve şovenizme karşı Halkın Kurtuluş Partisi saflarında örgütlenmeliyiz. Bu haince gidiş elbet bir gün halklarımız tarafından fark edilecek ve AB-D emperyalistleri ve yerli satılmışlar cephesi yurdumuzdan kovulacak ve ülkemizin burçlarına sosyalizmin şanlı bayrağı dikilecektir. Buna inancımız tamdır.
Kahrolsun AB-D Emperyalizmi ve
Yerli Satılmışlar Cephesi!
Yaşasın Halkın Kurtuluş Partisi!
Yaşasın Demokratik, Laik, Anadilde Eğitim Mücadelemiz!
Yaşasın Halk Üniversiteleri Mücadelemiz!
Yaşasın Demokratik Halk İktidarı!
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim...
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...