17 Kasım 2016 Perşembe

Sermaye Kıskacında Futbol: Kazananlar ve Kazandıranlar


Halkın Kurtuluş Yolu Gazetesi 105. sayısında İzmir'den Genç bir yoldaşımızın yazısı...

Özellikle son yirmi – yirmi beş yılda futbolcuların ve bu işin bir spor dalı olmaktan çıkıp gösteriye, eğlence sektörüne dâhil olmasına hizmet edenlerin kazandıkları paralar inanılmaz derecede artış gösterdi. Futbolcuların başka mesleklerle ilgilendikleri, bunların yanında yarı zamanlı olarak futbolculuk yaptıkları ve halkla iç içe yaşayabildikleri dönemler artık hatırlandığında yürek burkacak kadar uzaklarda kaldı.


Bildiğimiz gibi spor, sağlıklı yaşamın temel taşlarından biridir. Gerek fiziksel gelişimin sağlanması ve korunması, gerek zihinsel olarak rahatlamanın bir aracı ve yöntemi olarak spor yapmanın önemini saymaya gerek bile yok. Ancak spor da günümüzde sanat, edebiyat gibi insanları hem ekonomik hem de siyasi açıdan sömürmenin garantili bir yolu olarak karşımıza çıkıyor.


Parababalarının halkı afyonlamak için kullandıkları en önemli silahlarından biri son zamanlarda spor, daha doğrusu futboldur. Futbolun bir spor olmaktan çıkıp eğlenceye (!) dönüştüğü bir süreçteyiz. Futbol, sahada oynayan yirmi iki insan ve onlarla birlikte, onların sırtından geçinen birkaç yüz parababası için bir kazanç kapısı, izleyen milyonlarca insan içinse bir eğlence, hatta çoğu zaman eğlence olmaktan da uzaklaşıp normal hayatın rutin bir parçası haline gelmiş bulunmaktadır. Farklı kültürel özelliklere sahip ülkelerde bu spor dalı değişkenlik gösterebilmektedir tabiî. Örneğin ABD için bunu basketbol olarak da düşünebiliriz. Ancak dünya geneline bakıldığında, diğer tüm spor dallarından hem takipçi kitlesi, hem de dönen paraların büyüklüğü olarak açık ara farkla önde giden bu spor dalı, futbol, halkın uyuşturulmasında kullanılan en önemli kozlardan biridir. 1900’lerden sonra dünyada yaygınlaşan ve İkinci Emperyalist Paylaşım savaşı sonrası, Emperyalist devletlerin Sosyalist Kamp’ın dünyadaki etkisini azaltmak amacıyla türlü alçaklıklara başvurduğu Soğuk Savaş dönemi ile birlikte giderek daha da ticarileşen futbol, günümüzde çok daha vahim bir hal alarak akıl almaz paraların döndüğü, aynı zamanda ahlaki yozlaşmanın tavan yaptığı bir süreç yaşamaktadır. Oysa bu spor, kale direği olarak kullanılabilecek iki taş ve yuvarlanabilen herhangi bir nesneyle bile oynanabilmektedir. Ancak futbolu bu basitlikten milyonlarca insanın peşinden koştuğu ve bazen insan hayatından daha değerli bir hale getiren, sermaye düzeni ve onun daha fazla kâr hırsı, hem de halkı kafaca silahsızlandırma çabasıdır. Sıkça duyduğumuz 3F: Futbol, Fiesta (dans, eğlence), Fuhuş kuralını kusursuzca halkı afyonlamak için kullanabilen iktidarlar, sömürü düzenlerini garantiye alabiliyorlar.

Özellikle son yirmi – yirmi beş yılda futbolcuların ve bu işin bir spor dalı olmaktan çıkıp gösteriye, eğlence sektörüne dâhil olmasına hizmet edenlerin kazandıkları paralar inanılmaz derecede artış gösterdi. Futbolcuların başka mesleklerle ilgilendikleri, bunların yanında yarı zamanlı olarak futbolculuk yaptıkları ve halkla iç içe yaşayabildikleri dönemler artık hatırlandığında yürek burkacak kadar uzaklarda kaldı. Eskiden bir semtin futbol takımı, o semtin halkından, futbolcusundan teknik heyetine, taraftarına kadar o semtin insanlarından oluşuyordu. Oysa şimdi dünyanın bir ucundan diğer ucuna, bir semti komple satın alabilecek kadar para karşılığı futbolcular getiriliyor. Buna Parababalarının halkı afyonlamanın bir aracı olarak çok etkili olduğunu keşfettikleri futbola yaptıkları yatırımların neden olduğu bir gerçek. Futbolcular artık oynayacakları takımın prestijine, başarı ihtimaline bile değil, oynayacakları ülkenin vergi kesintilerine, kazanacakları paraya bakar oldu. Bunun en somut örneğini Türkiye’den verebiliriz. Türkiye’nin en zengin, dünya çapında en tanınmış (parababaları tarafından yönetiliyor, kullanılıyor olması tabii ki bunun en büyük, belki de tek nedeni) Galatasaray’ın iki futbolcusu Arda Turan ve Burak Yılmaz geçtiğimiz yıllarda yurtdışındaki takımlara transfer oldular. Arda, İspanya’nın ve dünyanın en büyük kulüplerinden Barcelona’ya transfer olduğunda kazandığı yıllık maaş ortalama 16-17 milyon TL iken, Burak’ın transfer olduğu ve ismini o transfer olana kadar belki de kimsenin duymadığı Çin’deki Beijing Guoan takımdan kazandığı yıllık maaş 25 milyon TL. Bunun yanı sıra, İspanya’da sporcu vergileri yıllık yüzde 47 oranında iken, Çin’de yüzde 5-10 civarında. Yani bir futbolcu, aynı parayı kazandığında İspanya’da parasının yarısını vergi olarak veriyorken, Çin’de bunun çok azını veriyor. Bununla birlikte dünyada Emperyalist devletlerle pastadan pay kapma yarışına giren ülkeler ve bu ülkelerin parababaları, bunu sağlamak için yatırımlarını futbola yöneltiyorlar. Çünkü bu her şeyden önce daha fazla para anlamına geliyor. Hal böyle olunca son yıllarda neden anlı şanlı futbolcuların Avrupa liglerini, kariyerlerini, şöhretlerini bırakıp Çin, Katar gibi ülkelere transfer olduğunu anlamak daha kolay hale geliyor. (Katar’da sporcu vergisi yok öreğin, yani yüzde 0.)

Bu işin futbolcular açısından bakıldığında otaya çıkan boyutu. Peki, kendi açımızdan, yani halk açısından olaya bakarsak göreceğimiz şey nedir? Yukarıda adı geçen futbolcular, yılda ortalama 1000 – 1500 işçinin kazandığı parayı kazanıyorlar. Üstelik sadece takımlarından aldıkları maaş sayesinde. Reklamlar, sponsorlar bu paraların kat kat fazlasını veriyor futbolculara. Örneğin Arda Turan, 2016 yılı için on farklı firmayla reklam anlaşması yaptı ve yıllık kazancı 26-27 Milyon TL olacak, yani futbol oynamayı bırakıp reklam yıldızlığına başlasa daha fazla para kazanacak! Çünkü futbol oynarken harcadığı zaman ve enerjiyi, reklam çekimlerinde harcadığı zaman ve enerjiyi kazandığı paralara oranladığımızda, reklam sektörü çok daha kazançlı görünüyor! Bir de bu işin daha kökten ticarileştiği ülkelere, Avrupa ülkelerine bakalım. Oralarda durum çok daha vahim. Örneğin, dünyada tanımayanın kalmadığı, her gün başka bir reklam filminde, başka bir markanın kampanyasında görmeye alıştığımız futbolcuların kazandıkları paraların yanında Türkiye’dekilerin esamisi bile okunamaz. Örneğin bahsi geçen oyunculardan olan Barcelonalı Messi yılda 120 milyon TL, Cristiano Ronaldo 100 Milyon TL maaş alıyor. Bu rakamla, Galatasaray kulübünün bir yılda kadrosundaki tüm oyunculara ödediği maaşın (bu yıl için 45 Milyon TL) 2 buçuk – 3 katı demek oluyor. Yani bir diğer bakış açısıyla, yaklaşık 8 bin işçinin bir yılda kazandığı maaş demek oluyor bu. Tabiî bu rakamlara da reklam gelirleri dâhil değil. Dâhil edildiğinde 250 Milyon TL’yi bulan rakamlar çıkıyor karşımıza. Korkunç!


Fatih Terim ve ‘yandaş’ başarısızlığı


Konu futbol olunca bir parantez de ülkemizin milli takımını yöneten Fatih Terim’e açmamız gerekiyor. Kendisi AKP’giller’in yandaşlarından ve bu durum her yandaşın olduğu gibi Fatih Terim’in de cebine doğrudan etkide bulunuyor. Yıllık 14 – 15 Milyon TL kazanan (ki bu ülkemizde bir insanın ortalama kazancının yaklaşık üç bin katıdır) ancak son yıllarda başarısızlıkları saymakla bitmeyen bu adam hâlâ neden bir ülkenin milli takımlarının başında durur? Dünya’da en fazla maaş alan üç-dört milli takım teknik direktöründen biridir kendisi. Peki, ne başarısı var? Milli takımı babasının takımıymış gibi yönetme özgüvenini nasıl bulabiliyor kendisinde? Bunu hiçbir şekilde futbol bilgisi veya becerisiyle açıklayamayız. Siyasetin futbolla ilişkisini en net gösteren durum budur. Futbol Federasyonu Başkanı, başkanlığa adaylığını koymadan önce AKP’nin Reisi’nden icazet alacak kadar alçalan Yıldırım Demirören gibi Fatih Terim de AKP’giller’in en has yandaşlarından biridir bildiğimiz gibi, hatta milli takımı bırakıp AKP milletvekilliği yapabileceği, kendisine Gençlik ve Spor Bakanlığı teklif edildiği gibi söylentiler bile dolaşıyordu geçtiğimiz seçimlerden önce. Ama sanıyoruz teknik direktörlüğün parası şu sıralar daha tatlı geliyor. Sonuçta bu yandaşlığın da bir şekilde mükâfatlandırılması gerekiyor değil mi?

Peki, bu paraların kaynağı nereden geliyor? Ya da bir başka şekilde soracak olursak, parababaları için bir işin içinde kâr yoksa o işe hiç bulaşılmaz. Yatırdığı paradan daha fazlasını kazanmayı düşünmeyen bir parababası olur mu? Elbette olmaz. O halde, bu futbolcuların kazandıkları milyonlarca lira, kimin cebinden nasıl aşırılıyor? Şöyle ki, Avrupa’da her hafta on beş milyonun üzerinde insan futbol karşılaşmalarını izlemek için stadyumlara gidiyor. Yani bilet alıyor. Bunun kat kat fazlası insansa stadyuma gitmek yerine evinden, belli bir ücret karşılığı maçları izliyor. Hatta öyle bir boyutta ki bu iş, Avrupa’da birçok kulüp bilet paralarından kazandıkları paradan çok daha fazlasını televizyon gelirlerinden kazanıyor. Forma, atkı gibi takıma ait aksesuarlar da cabası. Futbol dünyada en fazla yan ürünü olan spor dalı. Çoğu futbol takımı işi öylesine ticarete dökmüş ki makastan telefon kılıfına, yastıktan bardağa kadar akla gelebilecek her ürünü satıyorlar. Yukarıdaki soruların cevabına gelince, bu paralar yeri geldiğinde kendi hayatlarını dahi destekledikleri takım uğruna feda edebilen, yağmurda çamurda hiçbir futbolcunun veya yönetici Parababalarının katlanamayacağı zorluklara sırf takımlarını desteklemek için katlanan taraftarlardan geliyor. Hani şu yaklaşık 50 Milyon TL’ye Fransa’dan İngiltere’ye transfer olan meşhur İbrahimoviç’in, kendisine çok benzeyen ve kendisini çok seven, bu yüzden de sahaya atlayan ama suratına bile bakmadığı taraftar var ya, işte o milyonları o zavallı adamcağızın cebinden alıp kasasına koyuyor İbra! Altındaki son model arabanın benzinini bile o taraftara borçluyken, dönüp yüzüne bakmayacak kadar egoist olmasının sebebi de sırtını yasladığı dünyanın bilmem kaçıncı zengini. İskoçyalı spor muhabiri ve yazar Craig McGill, “Futbolun Kârhanesi” adlı kitabında şöyle yazıyor bununla ilgili:

“Taraftarlar oyunun ve tuttukları takımın kendilerinin olduğunu hissederler ve kulüplerinin onlardan alınması birçoğu için anlam ufkunun dışındadır. Ancak taraftarlar oyunun nasıl oynandığıyla ilgili bir söz hakkında sahip değiller. Onlar göz ardı edilen tüketiciler. “Paranız için teşekkürler, haydi şimdi yolunuza” tavrı oyunun yüksek kademelerinde yer alan birçok kişinin tavrıymış gibi görünüyor. Oyunu kontrol eden yöneticiler taraftarlara kırmızı kart gösteriyor. Taraftarların önemli olduğunu söyleyebilirler, ancak taraftarlar değil onların paraları önemli.”


“(…) Şimdi stadyumlar dev kompleksler haline geldi, fiyatlar enflasyondan daha hızlı arttı, eğer taraftarın uydu ve dijital televizyon masrafları için yeterli maddi güçleri varsa hafta boyunca her an futbol izleyebiliyorlar, Dünya Kupası’nın nerede yapılacağına futboldan çok siyaset karar veriyor ve holiganlar, ırkçılar, siyasetçiler ve işadamları hep birlikte futbolun yönünü kendini amaçlarına uyacak şekilde değiştirdiler. Bu değişimlerin tümü ortalama futbol izleyicisini etkiledi, ama kimse onlara danışmadı.



“(…) Eğer Ortaçağ’da olsaydık ve bu insanların hepsi bir arada dursaydı, karşılarında hiç kimsenin bir şans bulamayacağı bir ordu oluştururlardı. Ne yazık ki taraftarlar kendilerini bir ordu olarak görmüyorlar, daha çok oyunu yönetenlerin de istediği gibi sahadaki tanrılara ve efendilere haraç veren serfler gibi davranıyorlar.”



Tribünlerin Hareketlenmesi ve Passolig


Dünyada ve onun bir parçası olarak ülkemizde futbol bu denli yozlaşmış, ticarileşmiş durumdayken hiç kimse çıkıp bu işlerle mücadele etmeyi, futbolu tekrar halkın arasına döndürmeyi akıl etmiyor veya buna cesaret edemiyor mu? Parababaları futbolu siyasi amaçları için kullandıkça, futbol siyasetle bütünleşmeye, dolayısıyla kendisiyle ilgilendirenleri de politikleştirmeye başladı. Türkiye’de yaşayan bizler bunun en yakın tanıklarıyız. Kulüp yöneticilerinin siyasi tutumları, siyasetçilerin kulüplere yönelik tutumları taraftarları da siyasi tercihler yapmak zorunda bırakıyor. Örneğin; Fenerbahçe kulübüne, daha çok da Pensilvanyalı İmam Cemaatine karşı sergilediği duruştan kaynaklı kulübün başkanına düzenlenen kumpas bunun en somut örneklerinden biri. Bunun yanı sıra ülkede meydana gelen olaylar toplumun her kesiminden insanın harmanlandığı tribünleri de belirli tepkiler vermeye zorluyor. Örneğin; Gezi İsyanı’mızdan sonra ülkemizde birçok kulübün sol görüşlü taraftar grupları oluşması, var olanların giderek siyasi tepkiler koymaya başlaması bunun göstergesi. Beşiktaş’ın zaten bu geleneğe sahip olan taraftar grubu Çarşı, Gezi’yle birlikte AKP’giller’in de hışmına maruz kaldı. Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin sol görüşlü taraftarlarının toplandığı grupları oluşmaya başladı. Tribünlerde AKP’giller’e ve Reisleri’ne karşı sesler yükselmeye, toplumsal olaylara karşı tepkiler görülmeye başladı. Bu durum karşısında AKP’giller’in tabiî ki de eli kolu bağlı oturması beklenemezdi. Onlar, her alanda yaptıkları gibi burada da kendilerine muhalefet olabilecek her türlü unsuru temizlemek için harekete geçtiler. İşte Passolig buradan doğdu. Passolig, 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliği Önleme Kanunu ile uygulamaya konulan elektronik bilet sisteminin ürünü olan bir akıllı kart uygulaması. Passolig ile eskiden maçlara girmek için gerekli olan kâğıt biletler tamamen kaldırıldı. Bu kartın aynı zamanda kredi kartı, banka kartı olarak kullanılıyor olması, yani taraftarları Finans-Kapitalistlerin kucağına itiyor olması bir yana, esas mesele “tribün güvenliği” adı altında taraftarları kontrol etme ve muhalif unsurları temizleme çabasıdır. Üzerinde fotoğraf, vatandaşlık numarası gibi bilgiler de bulunan bu kart sayesinde hangi taraftarın stada girebileceğine karar verilecektir. Güvenlik meselesi ise tamamen muamma durumundadır. Bu uygulamanın on yıllardır yaşanan şiddet olaylarından sonra değil de Gezi İsyanı’ndan sonra hayata geçirilmesi, “güvenlik” denilerek neyin hedeflendiğini görmemiz için yeterli bir sebep. Bu uygulama, halkın üzerinde baskı kurma amacıyla yapılan her şey gibi kendi zıtlıklarını doğurmuş, birçok taraftar grubu tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Yıllardır birbirine düşman olan taraftarların bir araya gelmesine vesile olmuştur. Ayrıca, taraftarların AKP’giller’in gerçek yüzlerini görmelerine ve mücadelelerini statların dışına taşımalarına da olanak sağlamıştır. Bu mücadelenin büyümesi, en sonunda AKP’giller’in korktuğu boyutlara ulaşması kaçınılmazdır.

Futbolu, sanatı, edebiyatı, medyayı, Emperyalistler tarafından halka karşı kullanılan bu silahları onların elinden alma, tekrardan halka kazandırma zorunluluğu çoktan doğdu. Bunun yolu buralarda, biz devrimcilerin yürüttüğü mücadelenin bir parçası haline gelen mücadele alanları yaratılmasından geçmektedir. Son olarak sözü yine Craig Mcgill’e bırakalım ve yazımızı noktalayalım:


“Gelecek yıllarda futbolun en önemli anıları saha içinde değil saha dışında gerçekleşebilir; eğer taraftarlar buna dâhil olmazsa ve oyunla ilgili daha fazla söz hakkı talep etmezlerse futbol tanınmayacak bir bicimde değişebilir, bu güzel oyun gelebileceği ve gelmesi gereken halin çirkin, bozulmuş bir biçimine dönüşebilir.”



“Gelecekte ne olursa olsun ne yazık ki bir şey kesin. Eğer taraftarlar sadece bir tabloid gazetenin arka sayfasını okumaktan ve maçlara gitmekten, daha fazlasını yapmazlarsa futbolu kaybedecekler.”



“Şimdi futbolun uzatmaları oynanıyor. Taraftarlar yeterince bir araya gelir, savaşır ve mücadele ederlerse oyun için sağlıklı bir gelecek yaratabilirler. Halkın oyunu. Sizin oyununuz.”


İzmir'den Genç Bir Yoldaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öneri/eleştiri ilet.