9 Ekim 2014 Perşembe

"Aşk, aşkla ödenir"

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (United Nations Educational,Scientificand Cultural Organization) UNESCO, 1967 yılında 8 Eylül gününü, “Dünya Okuma Yazma Günü” olarak ilan etmiştir. Ve o günden bu yana da dünya çapında sorunun çözümü için çaba sarf etmektedir. Ancak harcanan çabalar istenen sonuçları vermemiştir. Çünkü dünyada hâlâ yaklaşık 800 milyon insan okuma yazma bilmemektedir.
Niye?
Bildiğimiz gibi okuryazarlık  UNESCO’nun tanımına göre; değişik türdeki yazılı kaynakları, kayıtları kullanarak tanımlama, anlama, yorumlama, bir araya getirme, iletişim kurma ve hesap yapma yeteneğidir.
İnsanın insanı ezmesine, sömürmesine, zulmetmesine dayanan kapitalist toplum ise okuma yazma bilen, eğitim almış bireylerin, haklarına daha fazla sahip çıkabileceğini düşünerek onları toplumun gerçeklerinden uzaklaştırmak için okuma yazmaları konusunda gerçek bir çaba sarf etmiyor. Emperyalist devletler, kendi aşağılık sömürülerinin, çıkarlarının gerektirdiği kadar sayıda ve nitelikte insanın en iyi eğitimleri almasını, kapitalist sömürünün gelişerek devamını sağlayacak bilimcil beyinlere sahip olmayı yeterli buluyor. Kendi ülkesininkiler yetmedi mi geri kalmış ülkelerin en iyi beyinlerini “beyin göçü”yle kendi ülkelerine transfer ediyor, onları kullanıyor ve kendi düzenlerini sürdürecek elamanları kazanmış oluyor.
Onun dışındaki insanların ise okuryazar bile olmasına gerek duymuyor. Hatta aksine ne kadar az eğitim alırsa o kadar iyi olur, diyor. Çünkü o zaman insanlar bilinçlenmemiş oluyor, kendi hak ve çıkarlarının farkına varmıyor-varamıyor, hem de eğitimsiz olduğu için ne verilirse onunla yetinmek zorunda kalıyor.
“Gelişmiş ülkeler” kapitalist toplum, okuryazarlıkta sınıfta kalıyor
Kapitalist toplum bir de özellikle kadınların bilinçlenmesini istemiyor. UNESCO’nun 2011 Dünya Eğitim Raporu’na göre, okuma-yazma bilmeyenlerin üçte ikisini kadınlar oluşturuyor. Çünkü eğitimsiz, bilinçsiz kadını eve hapsetmek daha kolay oluyor.
Açılan onca okul, düzenlenen onca okuma yazma kampanyasına rağmen yukarıda da söylediğimiz gibi dünyada yaklaşık 800 milyon insan okuma yazma bilmiyor. Üstelik bu sadece geri kalmış-bıraktırılmış, Afrika, Asya, Ortadoğu ya da Latin Amerika ülkelerinin sorunu da değil. Bizzat emperyalist metropollerde bile yüksek oranda okuryazar olmayan insan var. Bu özellikle ABD, Almanya, İngiltere gibi ülkeler için de geçerli olan bir durum.
Bunu, UNESCO Almanya Komisyonu’nun 8 Eylül Dünya Okuma-Yazma Günü’nde açıkladığı 2011 Eğitim Raporu’ndan  bir aktarmayla gösterelim:
“UNESCO’nun Almanya Komisyonu Genel Sekreteri Roland Bernecker, bunun nedeninin (okuma-yazma bilmemenin. – Kurtuluş Yolu), eğitim programlarının ve politik çabaların yetersizliği olduğunu söyledi. Küresel malî krizin de durumu vahimleştirip zaten yetersiz olan bu çabaların daha da azalmasına sebebiyet verdiğini kaydetti.
“Hamburg Üniversitesi tarafından bu yıl yapılan araştırmaya göre, Almanya’da 18 ile 64 yaşları arasında yaklaşık 7 buçuk milyon kişi, okuyup yazmakta zorlanıyor ya da okuma-yazma bilmiyor. Ancak bunların çok küçük bir kısmı, bunu itiraf edip okuma-yazma kurslarına katılıyor. Yılda yaklaşık 20 bin yetişkin, Alman Halk Eğitim Merkezleri’nin verdiği kurslara başvuruyor. Bu sayının neden bu kadar düşük olduğunu, Halk Eğitim Merkezleri Birliği’nin Başkanı Rita Süssmuth şöyle açıklıyor: “Bu sinsice, farkedilmeden gelişen bir süreçti. Daha 1990’lı yıllara kadar kimse Almanya’da bir okuma-yazma sorunu olabileceğini kabul etmek istemiyordu. (…)”
“OKUMA-YAZMA BİLMEDİKLERİNİ SAKLIYORLAR
“Süssmuth, gelişmiş ülkelerde bir başka sorunun da okuma-yazma bilmeyenlerin bu durumdan utanıp, bunu açığa vurmak istememesi olduğunu vurguluyor. Bunun özgüveni zedelediğine dikkat çeken Süssmuth, bu insanların kendisini toplumdan geri çekmeyi, böylece göze batmamayı tercih ettiğini belirtiyor. Süssmuth: “(…) Tüm dünyada hayatında hiç okula gitmemiş, okuma-yazma bilmeyen 759 milyon kişi var. İngiltere örneğini alalım. Burada 2001 yılında bu soruna karşı savaş açıldı ve 2011 yılında okuma-yazma bilmeyenlerin sayısının 2 milyon düşürülmesi hedefi belirlendi. 8 milyar 900 milyon sterlin yatırım yaptılar ve hedefe daha 2008 yılında ulaşmayı başardılar. (…)”(http://www.ntvmsnbc.com/id/25248766/)
Raporda İngiltere’nin hedeflere 3 yıl önce ulaştığı söyleniyor. Ama öne konulan hedef ne?
Okuma-yazma bilmeyenlerin sayısını 2 milyona düşürmek…
İngiltere, Almanya böyle de ABD farklı mı?
Hayır! Orada da özellikle Afro-Amerikalılar ve diğer ülkelerden gelen göçmenler okuryazarlık konusunda toplumun en geri durumdaki kesimlerini oluşturuyor. Bakmayın siz bir Afro-Amerikalı olan Obama’nın Başkan seçilmesine, Condeliezza Rice’in Dışişleri Bakanı olmasına. Onlar başta kendi halkları olmak üzere dünya halklarının gerçekleri gizleyerek gözlerini boyamak, o insanların yaşadıkları zulümleri gizlemek için oralara getirilmiş incir yapraklarıdır.
Emperyalistler dünya çapında çıkardıkları savaşlar, gerçekleştirdikleri işgaller sonucu girdikleri ülkeleri kurt dalamış sürüye çeviriyorlar. Savaşın ve işgalin sonucu olarak o ülke halkları yüz yıllardır, bin yıllardır yaşadıkları topraklardan koparılıyor, mülteci durumuna düşürülüyor ve can derdinden (can derdine düşmekten)  başka bir şey yapamaz oluyor. Değil ki eğitim alsın, çocuklar okuryazar olsun… İşte bunu şu anda kendi coğrafyamızda en somut bir biçimde yaşıyoruz. Iraklı ve Suriyeli binlerce, milyonlarca insan mülteci durumunda can havliyle oradan oraya kaçıyor. Eğitimin e’sini bile düşünemez duruma getiriliyor.
Sosyalizmi yaşamış ve yaşayan ülkeler okuryazarlık sorununu çözdü
Oysa bir de sosyalist, halkçı yönetimlerin olduğu ülkeler var ki, onlar okuryazarlık sorununu çözmüş durumdalar. O ülkelerde toplumun yüzde 99.9’u okuryazar. Bir zamanların Sosyalist Kamp ülkelerini oluşturan Sovyetler Birliği’yle Doğu Avrupa ülkelerinde bu sorun çözülmüştü. UNESCO’nun 2005 yılı okuryazarlık oranlarını gösteren tabloya baktığımız zaman bunu netçe görüyoruz. Bir zamanlar Sovyetler Birliği’ni oluşturan ülkelerin (Rusya, Ukrayna, Letonya, Estonya, Ermenistan, Kırgızistan, Türkmenistan vb.) yine Bulgaristan, Macaristan, Polonya vb. ülkelerin de yüzde yüzlük oranlarda okuryazarlık sorununu çözdüğünü görüyoruz.
Şu anda Sosyalizmin canlı örneği olan, küçücük bir ada ülkesi olan ve on yıllardır ABD Emperyalistlerinin kahredici ablukasıyla kuşatılan Küba’da bu sorun çözüleli yıllar oldu. Üstelik Küba son yıllarda geliştirdiği “Ben de Okuyabilirim”ya da “Evet Yapabilirim” kampanyasıyla Latin Amerika ülkelerinde ve Afrika ülkelerinde çok büyük başarılar elde etti. Küba, yetiştirdiği ve eğittiği öğretmenleriyle bu ülkelerde gönüllü faaliyetler yürüterek, o ülke insanlarının okuryazarlık oranının yükselmesini, hatta yüzde yüze ulaşmasını sağladı.
Niye?
Çünkü Küba Yönetimi, insanlığın en yüce değerlerini savunuyor. İnsanı, bir avuç Parababasının tahakkümüne, insafına terk etmiyor. İnsanlarını eğiterek, bilinçlendirerek toplumsal sorumluluklarına sahip çıkmalarını sağlayarak ve sadece bencilce kendilerine ya da kendi ülkelerine değil tüm insanlığa, tüm mazlum halklara yardım etmeyi, dayanışmayı Enternasyonalist bir görev olarak görüyor-gördürüyor ve ona uygun davranıyor-davrandırıyor.
Küba Anayasası’nın “EĞİTİM VE KÜLTÜR” başlıklı “BEŞİNCİ BÖLÜM”ünün 39. Maddesinin b bendi şöyle der:
“Eğitim devletin bir hizmetidir ve ücretsizdir.”
Yine anayasanın “TEMEL HAKLAR, YÜKÜMLÜLÜKLER VE TEMİNATLAR” başlıklı “YEDİNCİ BÖLÜMÜ”nün 51. Maddesi şöyle der:
“Herkes eğitim hakkına sahiptir. Bu hak, ücretsiz ve yaygın okullar, kısmi yatılı ve yatılı okullar sistemi ve eğitimin bütün düzeylerinde sağlanan her tür burs sayesinde teminat altına alınır. Zira, bütün eğitim araçlarının ücretsiz sağlanması ailelerinin iktisadi durumlarından bağımsız olarak tüm çocuklara ve gençlere yetenekleri, toplumun talepleri ve sosyo-ekonomik kalkınma ihtiyaçları doğrultusunda eğitim alma imkanı sağlar” demektedir.
İşte bu anlayış doğrultusunda davranan Küba Yönetimi, bütün ilköğretim öğrencilerine sabah kahvaltısı, öğle yemeği ve eğitim tam günse ikindi yemeği veriyor. Hem de bedava. Sınıflar en fazla 15-20 kişilik. Her sınıfta televizyon, bilgisayar vd. teknolojik aletler var.
Sadece 1 öğrencisi olan 85 tane okul var. Ve yukarıda saydığımız tüm olanaklar o okullar için de var. Küba Yönetimi çocuklarının eğitimine böylesine önem veriyor…
Ya yüksek öğrenim derseniz… orada da durum farklı değil. Eğitim parasız zaten. Üstelik devlet hem barınma ve yemek ihtiyaçlarını karşılıyor hem de diğer kişicil ihtiyaçları için karşılıksız burs veriyor.
Ve bu yüzden yüz binlerce üniversiteli öğrencisi var Küba’nın. 100 bin profesör ve doçenti var. Üstelik hiç unutmayalım, 12 milyonluk bir nüfusa sahip ülkeden söz ediyoruz. 12 milyon nüfusa karşılık 2005 yılı itibarıyla 100 bin profesör ve doçent! Daha fazla söze gerek var mı bilmiyoruz…
Kübalılar, Venezuela Halkıyla omuz omuza eğitim sorununu çözdü
Ve Küba Yönetimi, Küba Halkı, Küba eğitimcileri bu başarılarını sadece kendi ülkeleriyle sınırlı tutmuyorlar. 22 Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkesine de karşılıksız yardım ediyorlar. Binlerce Kübalı eğitmen bu ülkelerde eğitim hizmetlerinde görev alıyor ve bunu karşılıksız yapıyor.
Sadece eğitim alanında mı?
Hayır! Sağlıkta da aynı karşılıksız yardımda bulunuyorlar.
Bir zamanlar Angola’daki emperyalist saldırıya karşı, Angola Halkıyla dayanışmaya giden Kübalı savaşçılar için ünlü lider Amircal Cabral şöyle söylüyordu:
“Kübalı savaşçılar ülkelerimizin kurtuluşu için hayatlarını feda etmeye hazırdırlar. Özgürlüğümüz ve ilerlememiz için yaptıkları bu yardım karşılığında bizden aldıkları tek şey özgürlük için savaşırken düşen yoldaşlarıdır.”
İşte Küba Halkı, Küba Yönetimi budur!
Bakın Venezuela’da Kübalıların yaptıklarına:
Bildiğimiz gibi Ölümsüz Devrimci Başkan Chavez iktidarıyla birlikte Küba ve Venezuela arasında kardeşçe, yoldaşça ilişkiler kuruldu. Ve Başkan Chavez on yıllarca yerli-yabancı Parababalarınca sömürülen, aşağılanan, zulme uğratılan, en insanlık dışı koşullarda yaşamaya zorlanan Venezuela Halkına, “Misyon”lar aracılığıyla hizmet vermeye başladı. Ve bu Misyonlar, milyonlarca Venezuelalıyı insanca yaşayacak şartlara ulaştırmayı sağladı. Bu misyonların en önemlilerinden birkaç tanesini de Küba Yönetimi ve Halkının desteğiyle hayata geçirdi. “Robinson 1 ve 2”, “Ribas” ve “Sucre” misyonlarıyla eğitim alanında faaliyet yürüttüler. Ve bu misyonlar, özellikle “Robinson 1” misyonuyla Venezuela’da okuma yazma sorunu ortadan kaldırıldı. Ve Birleşmiş Milletler’in koyduğu Milenyum Hedeflerine ulaşan dünyadaki ilk ülke (Küba zaten bu hedeflere ulaşmıştı) Venezuela oldu. Bunu sağlayan ise Kübalı eğitmenler ve Kübalıların geliştirdiği “Ben de Yapabilirim” yöntemiydi. On binlerce Kübalı eğitmen bu misyonlarda görev aldılar.
Venezuela’da sadece bir yılda 1.5 milyonun üzerinde insana, okuma-yazma ve temel matematik eğitimi verildi. Ve okuma-yazma bilmeyenlerin oranı sadece bir yılda yüzde 9’dan yüzde 1’e düşürüldü.
Yine yetişkin eğitimleri verildi “Robinson 2” misyonuyla, 900 bin insan ortaöğretim düzeyinde eğitimlerini tamamladı.
Yine eğitim tam güne çıkartılarak, çocuklara sabah kahvaltısı, öğle yemeği ve akşamüstü beslenmesi verildi parasız olarak.
Yine söyleyelim ki sadece eğitim alanında değil, başta sağlık olmak üzere tüm alanlarda görev aldılar, görev yerine getirdiler Kübalılar.
Sadece Venezuela’da mı?
Hayır! Bolivya’da da aynı devrimci anlayışla hareket etti Kübalılar. Ve orada da aynı başarılar elde edildi. Devrimci Morales iktidarıyla birlikte, Bolivya, eğitim ve sağlık alanında dünya çapında atağa geçti…
Ve dediğimiz gibi diğer 20 ülkede de aynı hizmetleri karşılıksız olarak sundu Kübalılar. Çünkü onlar devrimci Küba Yönetimince o bilinçle yetiştirilmiş insanlardı.
Venezuela Anayasasının “Eğitim ve Kültürel Haklar” başlıklı VI. Bölümünün 102. Maddesi:
“Eğitim, insani bir hak ve toplumsal temel, ücretsiz, demokratik ve zorunlu bir görevdir. Devlet, her seviyede ve her türde insani, bilimsel ve teknik konularda topluma hizmet aracı olarak eğitim sorumluluğunu üstelenir.” der.
Yine 103. Maddesi: “Herkesin kapsamlı, devamlı, eşit fırsatlar dahilinde, becerileri, mesleği ve istekleri yönünden sınırlamalar olmaksızın, kaliteli eğitim hakkı vardır. Eğitim her düzeyde, okul öncesinden ortaöğretime kadar zorunludur. Devlet eğitim kurumlarında sunulan üniversiteye yönelik lisans öncesi eğitim ücretsizdir.”, der.
Türkiye’de 5 milyon kişi okuma-yazma bilmiyor
Ya bizim ülkemizde durum nedir ve bizim Anayasamız ne der?
Ülkemizde 5 milyondan fazla okuma yazma bilmeyen insan var. Bunu Abbas Güçlü 7 Eylül tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki yazısında söylüyordu. Yine A. Güçlü’ye göre, belirtmemiş ama dünya çapında olsa gerek,“Her 10 kişiden biri okuma yazma bilmiyor”.
Bizim Anayasamız ne der Eğitim konusunda şimdi de ona bakalım.
“Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlıklı “ÜÇÜNCÜ BÖLÜM”ün “II. Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” arabaşlıklı 42. Maddesi:
Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.
“(…)
İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.
“(…)
“Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır., demektedir.
Yani bizim ülkemizde Anayasaya göre sadece İlköğretim parasızdır. O da kâğıt üstünde!
Hepimizin bildiği gibi, devlet, okulların yakacak, hizmetli, kırtasiye vb. masraflarının hiçbirini karşılamamakta, bu giderler veliler tarafından karşılanmaktadır. O zaman bu eğitimin neresi parasız?
Yani koca bir yalan!
Yukarıdaki Anayasa maddesi, Parababaları hükümetlerinin Orta ve üniversite eğitimini paralı yapma yolunu açık tutmaktadır. Ve yine bilindiği gibi tâ Özal döneminden beri zaman zaman devlet üniversitelerinin de paralı olması dile getirilir.
İnsan, insan yerine konmadığı için eğitimde başarı sağlanamıyor
Küba’da ve Venezuela’da öğretmenler, insanca yaşama, çalışma şartlarına sahipler ayrıca. Oysa bizim ülkemizde öğretmenlerimizin durumu ortada. Bir yandan üniversitelerin öğretmenlik programlarından mezun olanların ataması yapılmaz ve gencecik yetişmiş insanlarımız işsizlik bunalımına girerken, diğer yandan hasbelkader atanmış, göreve başlamış öğretmenlerimiz de yetersiz ücret, verimsiz çalışma koşulları ve devletin yerine getirmediği hizmetler yüzünden velilerle karşı karşıya gelmekte, eğitim vermekten çok bu sorunlarla ilgilenmek zorunda kalmaktadırlar. Okullarımız, sınıflarımız yetersizdir. Ders araç gereçleri çok eksiktir. Sınıflar 40-50 kişiliktir.
Yine iktidardaki Ortaçağcı Tayyipgiller, başta kız çocukları olmak üzere çocukların okumasını istemiyor.  Ya da okursa da onların Ortaçağcı, bilim dışı hurafeleri öğrenmesini istiyor. Var olan okulların hepsini İmam Hatiplere çevirmek istiyor, elinden gelirse süreç içinde tekkelere, medreselere hapsetmek istiyor çocukları. O yüzden de okuryazarlık sorununu çözmüyor.
5 Eylül tarihli Milliyet Gazetesi’nin aktardığına göre, OECD ülkelerindeki eğitim verimliliğini inceleyen araştırma sonuçlarına göre Türkiye 30 ülke arasında 21’inci olmuştur.
Yine 9 Eylül tarihli gazetelerde (Milliyet, Yurt vb.) bir haber vardı. Adana’da okula başlayan bir çocuğumuz giyecek ayakkabısı olmadığı için okula yalın ayak gelmişti!
Ne yazık ki bu gibi haberlerden yüzlerce, binlercesini okuyabiliriz… E, böyle bir ülkede yüzde 100’lük bir okuryazarlık oranı yaratmak mümkün olur mu?
Olmaz elbette. Ve olmuyor da zaten gördüğümüz gibi.
Küba, Venezuela, Bolivya, bir zamanların Sosyalist Kamp ülkeleri özellikle niye başarılı oldular eğitim ve sağlık alanında?
Çünkü onlar, insanı insan yerine koyuyorlar. İnsanlarını eğitmenin birçok kötülüklerin kaynağını kurutacağını biliyorlar. İnsana inanıyor, insana güveniyorlar. Kahraman Gerilla Che’nin hedeflediği “Yeni İnsan”ı yaratmak istiyorlar. İşte bu çabanın karşılığı olarak Küba’da, 100 bin kişi başına düşen suç oranı, dünyanın en düşük düzeylerinden birisidir. Yani Küba başarmıştır!

Çünkü onlar, o ülkelerin yöneticileri, Che’ler, Fidel’ler, Chavez’ler, Morales’ler davalarına, halklarına aşkla bağlıydılar. Ve Ölümsüz Devrimci Chavez’in dile getirdiği gibi: “Aşk, aşkla ödenir”di!

Kaynak: Halkın Kurtuluş Yolu Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öneri/eleştiri ilet.