1 Aralık 2013 Pazar

Bilimsel Eğitim ve Üniversite Öğrencisi

Üniversite kelimesini ilk duyduğumuzda bilimsel, nitelikli eğitim verilen bir alanın aklımıza gelmesi gerekiyor. Doğal olarak burada eğitim alan öğrencilerin de bilgili, birikimli bireyler olması bekleniyor. Yani halkımız böyle algılıyor. Ama maalesef durum böyle olmuyor. Bunun sebebi ise eğitim sisteminin ve kültürünün bozukluğudur.
Peki, bu bozuk dediğimiz eğitim sistemi üniversite öğrencisini nasıl etkiliyor?
Benim bu konu üzerindeki düşüncelerim üniversite yurdunda kalmaya başlayınca tamamen kesinleşti. Bir üniversite öğrencisi olarak düşüncelerimi, sistemin içine hapsolmuş öğrencinin bir günlük yurt yaşamını sizlere aktararak paylaşmak istiyorum.

Ben ikinci öğretim öğrencisiyim, doğal olarak yurtta odada beraber kaldığım arkadaşlarım da ikinci öğretim öğrencisi. Yurtlarda öğrencilerin odada kalma düzeni birinci ve ikinci öğretim olarak düzenlenir. Sebebi ise öğrencilerin uyum sorununun olmamasıdır. Gelelim yurt yaşamına…
Sistemin bozukluğunu ve buna karşı gelmenin gerekliliğini kavrayamayan, dolayısıyla sistemin içinde kendini kaybeden ikinci öğretim öğrencisi, öğlen 12.00’da yatağından kalkar, kahvaltı-hazırlanma derken ders saati gelmiştir. Apar topar okula gider ve okulda bilimsellikten uzak, ezberci, gerici “eğitim”e maruz kalır. Doğal olarak çoğunlukla bilimsel bakımdan bir şey alamadan dersler biter. Tekrar yurda dönme zamanı gelmiştir. Okuldan yurda dönerken geçen süreçte, sistemin gençleri oyalamak için kullandığı futbol gibi konular sohbet malzemesi olmuş, zaman da almış başını gitmiştir. Bu süre zarfında yol bitmiş yurda gelinmiştir. Yapılması gereken ilk şey öğrencinin üstünü değiştirmesi ve yemek yemesidir. Çünkü öğrenci artık robotlaşmıştır ve bu sırayı takip etmek zorunda hisseder kendini. Doğal olarak da uygular yapılması gerekenleri, üstünü değiştirir, yemeğini yer. Tabiî yemek yenirken yemeğin kalitesi, tadı tuzu çok önemli değildir. Çünkü öğrencidir, mecbur yemek zorundadır. Yemez ise aç kalacaktır, alternatifi yoktur. Yemek işi bittiğinde günün yarısından fazlasının geçtiği odaya girilir. İlk iş olarak odada bulunan “teknolojik” aletlerin başına geçilir. Teknolojik aletlerden kastımız ise; bilgisayar, tablet, akıllı telefonlar vb.dir.
Denilecek ki, öğrencilerin hepsinde yukarıdaki teknolojik aletler var mı?
Günümüzde üniversite öğrencisi olunca ailenin durumu iyi olmasa da iyi kötü bir bilgisayar, akıllı telefon vb. alınmaktadır, çünkü üniversite öğrencisi olmak halkımızın gözünde bir nevi ayrıcalıktır. Emekçi halkımız, “çocuğum mahcup olmasın” diye bulur buluşturur, büyük oranda temin edilir bu “ihtiyaç”lar.
Bu gibi teknolojik aletlere sahip öğrenciler bunları “en iyi şekilde” kullanırlar. Bu en iyi şekil nedir derseniz; oyun, chat, dizi vb.dir. Öğrenci bunları kendine görev edinmiştir. Eğer o görevi yapmaz ise bütün hayatı son bulacakmış gibi olur ve teknolojik aletin başına geçer. Özellikle oyuna bir defa başlayan öğrenci, başından kolay kolay kalkmaz. Oyun kendinden almıştır onu. Kalkması için insani ihtiyaçlarının farkına varması gerekir. Ama oyun onun için o kadar önemlidir ki insani ihtiyaçları dahi gelmez aklına. Farkına varmaz zamanın akıp geçtiğinin, ancak biri saatin geç olduğu ve artık uyuması gerektiğini söyleyince anlar uyuması gerektiğini ve cihazıyla beraber “uyku modu”na geçer. Uykuya daldıktan sonra ise oyuna uykusunda devam eder. Uyku sürecinde 24 saatin yarısı geçmektedir. Ve bu olay üniversite hayatı boyunca, sınav haftaları dışında, böyle devam etmektedir ne yazık ki...
Şimdi yazımın başında da belirttiğim konuya tekrar değinmek istiyorum. Eğitim sisteminin bozukluğu, gerici-dogmatik eğitim… Bu konuyu üniversitede yaşadığım bir olay ile örneklendireyim: Üniversitede bizlere yani öğrencilere, bilimsel, nitelikli eğitim vermek için bulunması gereken öğretim görevlisi hocamızın bir konu hakkındaki yaklaşımı vahim tabloyu özetliyor. Tarih dersindeyiz ve konumuz ülkemizi Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Lazıyla, Çerkeziyle birlikte Emperyalistlere karşı vatanımızı savunduğumuz ve zafer kazandığımız Çanakkale Savaşları. Hocamız bizlere Çanakkale Savaşları’nın nasıl kazanıldığını “bilimsel” olarak anlatacak:
“Çanakkale Savaşları bizim için çok önemlidir. Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir kazanımdır. Çanakkale Savaşları’nın kazanılmasındaki etken ise düşmanın üzerine çöken karabulutların ve ölülerin dirilerek düşmanı yenmesidir”.
Eğitim sistemimizin ne durumda olduğunu üniversite “hocasının” yukarıdaki konuşması ortaya koymuş olmaktadır.
Ancak, bu böyle gitmez!
Gençliğimizin tercih edebileceği bir başka alınyazısı daha var. Gezi Direnişi’nde olduğu gibi, Ortaçağcılığa karşı isyan bayrağını kaldıran gençliğimiz de vardır. Günün meselesi, bu gençliği örgütlendirmek, bilinçlendirmek, birleştirmek ve kitleselleştirmektir. İşte o zaman üniversitelerimiz, gerçek bilim yuvaları haline gelecek, Aydın Gençlik, bilimsel bilginin yaratılması ve Demokratik Halk Üniversitelerinin kurulması görevini başaracak; sınıf mücadelesinin geliştirilmesi görevine sıçrayacaktır.
Sözlerimizi, Gezi Direnişi’mizin en güzel sloganlarından biriyle bitirelim: Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam!

Antalya Kurtuluş Partisi Gençliği’nden

Bir Yoldaş