Üniversite kelimesini ilk duyduğumuzda bilimsel, nitelikli
eğitim verilen bir alanın aklımıza gelmesi gerekiyor. Doğal olarak burada
eğitim alan öğrencilerin de bilgili, birikimli bireyler olması bekleniyor. Yani
halkımız böyle algılıyor. Ama maalesef durum böyle olmuyor. Bunun sebebi ise
eğitim sisteminin ve kültürünün bozukluğudur.
Peki, bu bozuk dediğimiz eğitim sistemi üniversite
öğrencisini nasıl etkiliyor?
Benim bu konu üzerindeki düşüncelerim üniversite yurdunda
kalmaya başlayınca tamamen kesinleşti. Bir üniversite öğrencisi olarak
düşüncelerimi, sistemin içine hapsolmuş öğrencinin bir günlük yurt yaşamını
sizlere aktararak paylaşmak istiyorum.
Ben ikinci öğretim öğrencisiyim, doğal olarak yurtta odada
beraber kaldığım arkadaşlarım da ikinci öğretim öğrencisi. Yurtlarda
öğrencilerin odada kalma düzeni birinci ve ikinci öğretim olarak düzenlenir.
Sebebi ise öğrencilerin uyum sorununun olmamasıdır. Gelelim yurt yaşamına…
Sistemin bozukluğunu ve buna karşı gelmenin gerekliliğini
kavrayamayan, dolayısıyla sistemin içinde kendini kaybeden ikinci öğretim
öğrencisi, öğlen 12.00’da yatağından kalkar, kahvaltı-hazırlanma derken ders
saati gelmiştir. Apar topar okula gider ve okulda bilimsellikten uzak, ezberci,
gerici “eğitim”e maruz kalır. Doğal olarak çoğunlukla bilimsel bakımdan bir şey
alamadan dersler biter. Tekrar yurda dönme zamanı gelmiştir. Okuldan yurda
dönerken geçen süreçte, sistemin gençleri oyalamak için kullandığı futbol gibi
konular sohbet malzemesi olmuş, zaman da almış başını gitmiştir. Bu süre zarfında
yol bitmiş yurda gelinmiştir. Yapılması gereken ilk şey öğrencinin üstünü
değiştirmesi ve yemek yemesidir. Çünkü öğrenci artık robotlaşmıştır ve bu
sırayı takip etmek zorunda hisseder kendini. Doğal olarak da uygular yapılması
gerekenleri, üstünü değiştirir, yemeğini yer. Tabiî yemek yenirken yemeğin
kalitesi, tadı tuzu çok önemli değildir. Çünkü öğrencidir, mecbur yemek
zorundadır. Yemez ise aç kalacaktır, alternatifi yoktur. Yemek işi bittiğinde
günün yarısından fazlasının geçtiği odaya girilir. İlk iş olarak odada bulunan
“teknolojik” aletlerin başına geçilir. Teknolojik aletlerden kastımız ise;
bilgisayar, tablet, akıllı telefonlar vb.dir.
Denilecek ki, öğrencilerin hepsinde yukarıdaki teknolojik
aletler var mı?
Günümüzde üniversite öğrencisi olunca ailenin durumu iyi
olmasa da iyi kötü bir bilgisayar, akıllı telefon vb. alınmaktadır, çünkü
üniversite öğrencisi olmak halkımızın gözünde bir nevi ayrıcalıktır. Emekçi
halkımız, “çocuğum mahcup olmasın” diye bulur buluşturur, büyük oranda temin
edilir bu “ihtiyaç”lar.
Bu gibi teknolojik aletlere sahip öğrenciler bunları “en iyi
şekilde” kullanırlar. Bu en iyi şekil nedir derseniz; oyun, chat, dizi vb.dir.
Öğrenci bunları kendine görev edinmiştir. Eğer o görevi yapmaz ise bütün hayatı
son bulacakmış gibi olur ve teknolojik aletin başına geçer. Özellikle oyuna bir
defa başlayan öğrenci, başından kolay kolay kalkmaz. Oyun kendinden almıştır
onu. Kalkması için insani ihtiyaçlarının farkına varması gerekir. Ama oyun onun
için o kadar önemlidir ki insani ihtiyaçları dahi gelmez aklına. Farkına varmaz
zamanın akıp geçtiğinin, ancak biri saatin geç olduğu ve artık uyuması
gerektiğini söyleyince anlar uyuması gerektiğini ve cihazıyla beraber “uyku
modu”na geçer. Uykuya daldıktan sonra ise oyuna uykusunda devam eder. Uyku
sürecinde 24 saatin yarısı geçmektedir. Ve bu olay üniversite hayatı boyunca,
sınav haftaları dışında, böyle devam etmektedir ne yazık ki...
Şimdi yazımın başında da belirttiğim konuya tekrar değinmek
istiyorum. Eğitim sisteminin bozukluğu, gerici-dogmatik eğitim… Bu konuyu
üniversitede yaşadığım bir olay ile örneklendireyim: Üniversitede bizlere yani
öğrencilere, bilimsel, nitelikli eğitim vermek için bulunması gereken öğretim
görevlisi hocamızın bir konu hakkındaki yaklaşımı vahim tabloyu özetliyor.
Tarih dersindeyiz ve konumuz ülkemizi Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Lazıyla,
Çerkeziyle birlikte Emperyalistlere karşı vatanımızı savunduğumuz ve zafer
kazandığımız Çanakkale Savaşları. Hocamız bizlere Çanakkale Savaşları’nın nasıl
kazanıldığını “bilimsel” olarak anlatacak:
“Çanakkale Savaşları bizim için çok önemlidir. Dünyada
eşi benzeri görülmemiş bir kazanımdır. Çanakkale Savaşları’nın kazanılmasındaki
etken ise düşmanın üzerine çöken karabulutların ve ölülerin dirilerek düşmanı
yenmesidir”.
Eğitim sistemimizin ne durumda olduğunu üniversite
“hocasının” yukarıdaki konuşması ortaya koymuş olmaktadır.
Ancak, bu böyle gitmez!
Gençliğimizin tercih edebileceği bir başka alınyazısı daha
var. Gezi Direnişi’nde olduğu gibi, Ortaçağcılığa karşı isyan bayrağını
kaldıran gençliğimiz de vardır. Günün meselesi, bu gençliği örgütlendirmek,
bilinçlendirmek, birleştirmek ve kitleselleştirmektir. İşte o zaman
üniversitelerimiz, gerçek bilim yuvaları haline gelecek, Aydın Gençlik,
bilimsel bilginin yaratılması ve Demokratik Halk Üniversitelerinin kurulması
görevini başaracak; sınıf mücadelesinin geliştirilmesi görevine sıçrayacaktır.
Sözlerimizi, Gezi Direnişi’mizin en güzel sloganlarından
biriyle bitirelim: Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam!
Antalya Kurtuluş Partisi Gençliği’nden
Bir Yoldaş