Yazıya, Bahman Ghobadi’nin (Behmen Qubadî) sözleriyle başlamak bence yapılacak en doğru giriştir:“Filmimi diktatör ve faşistlerin politikalarına kurban edilen tüm masum dünya çocuklarına ithaf etmek istiyorum.”
Aslında Bahman Ghobadi bu sözü ile savaşlardan en çok çocukların zarar gördüğünü dile getiriyor. Dünyanın en masum canlıları çocuklardır deniliyor, ama dünyanın en cani insanlarının da en çok katlettiği çocuklar oluyor.
Filmi anlatmaya başlamadan önce kısaca yönetmeni tanıtmakta fayda olacağını düşünüyorum. Bahman Ghobadi için Kürt Sinemasının en önemli yönetmenlerinden bir tanesi diyebiliriz. Ghobadi, aslında filmlerinde kendini bulmaktadır. Çünkü kendisi de, anlattığı çocuklar gibi, yaşama çocuk yaşta çalışarak başlamıştır.
Bahman Ghobadi, yaşamının en önemli iki olayından birini, bir fotoğraf dükkânının önünden geçerken bir fotoğrafın ilgisini çekmesiyle, diğerini ise bir kütüphanede ‘Animasyon filmleri’ adlı kitabı tesadüfen eline aldığında yaşadığını söylemektedir.
Bahman Ghobadi çekmiş olduğu filmleri ile değişik dallarda ödüller almış ve çekmiş olduğu filmlerde asla çocuklardan vazgeçmeyerek Kürt Sinemasını beyaz perdeye taşımıştır.
Ghobadi’nin bir diğer özelliği ise filmlerinde çoğunlukla profesyonel oyuncu kullanmıyor oluşu. Tabiî ki böyle kısa bir yazı ile Bahman Ghobadi gibi yönetmenleri anlatmak mümkün değil. O yüzden filmi anlatmaya geçelim…
Film, Bahman Ghobadi’nin en iyi yapıtlarından bir tanesi bana göre. Ghobadi, bu filminde ABD’nin Irak’ı işgalinden dolayı köylerinden olmuş, Irak-Türkiye sınırında çadırlarda yaşayan insanları ele alıyor. Filminde, başrol oyuncuları olarak ise savaştan zarar görmüş masum çocukları oynatıyor.
Filmdeki çocukların hepsinin ayrı hikâyeleri var ama Agrîn’inki bambaşka. Agrîn’e “Halepçeli Kız” diyorlar. Katliamda uğradığı tecavüzün ardından 14 yaşında anne olmuş küçük bir çocuk. Agrîn bu durumu kabullenemiyor ve kurtulmak istiyor bu kötü durumdan. Tecavüz sonrasında dünyaya gelen küçük kör çocuğu (Riga) kabul edemiyor. Bırakıp gitmek istiyor. Ama hayatta, kollarını kaybetmiş abisinden başka kimsesi yok. Agrîn’in abisi Hengov geleceği dair rüyalar görüyor. Hengov, Agrîn’e nazaran kardeşinin çocuğunu kabulleniyor ve her zaman onu korumak istiyor. Aslında filmin ismi de buradan geliyor:“Kaplumbağalar da Uçar”. Sırtındaki yükü olmasa kaplumbağaların da uçabileceğini düşünürsek, kabuğun ağırlığını taşıyamadığı için özgürlüğüne kavuşamayan Agrîn’i çok daha iyi anlarız.
Tabiî filmde bir de köyün her anlamda önderi konumuna gelmiş “Uydu” lakaplı bir çocuk var. Köyün her işini çözmeye çalışıyor. Savaştan haberler vermek için uydu kuruyor köye. En önemlisi kimsesiz çocuklara önderlik ediyor. Geçimlerini sağlamaları için mayın temizlemelerini ve satmalarını sağlıyor. Çat pat bildiği İngilizcesi ile tercümanlık yapıyor. Savaşa karşı köye silahlar alıyor. Onun kullanımını çocuklara öğretiyor. Kısacası köyü çekip çeviriyor. Tabiî bir de “Halepçeli Kız”a âşık oluyor.
Uydu’nun, köylülerin kirli olduğu yani lanetli olduğu gerekçesiyle su içmediği su kaynağından, Agrîn için Newroz inancında iyi şansın temsili olan kırmızı balık çıkarabileceğini söylemesi ise filme ayrı bir güzellik katıyor.
Tarlalardaki patlamaya hazır mayınları, içi boş mermi ve füze kovanlarını toplayan çocuklar, aslında her daim savaşla iç içedirler. Çocuklukları çoktan ölmüştür ama içlerinde yaşayan çocuk asla ölmemiştir. Kendilerine zorla dayatılan hayatları sorgulama şansı bile bulamadan yaşayan ama savaşın yaşattığı acımasızlıklara meydan okurcasına, ölüm tarlalarında ekmek kavgası veren küçük yaralı bedenlerin hikâyesi diye adlandırabiliriz bu filmi.
Riga’ya her baktığında o geceye dönen Agrin’in, Riga’yı mayınlı arazinin ortasındaki ağaca bağlayıp ölüme terk etmesi, Satellite’in (Uydu) Riga’yı kurtarmaya çalışırken mayına basıp yaralanması üzerine Hengov’un, Uydu’ya gönderdiği “Yarın her şey bitecek” mesajı ve aynı gece Saddam hükümetinin devrilip Amerikan askerlerinin köye girmesi, filmin aslında en can alıcı bölümüdür. Filmde, baştan sona ABD’nin kurtarıcı olduğu hissi uyansa da, filmin sonunda Amerikalı askerlerin köye gelmesi ile her şey daha net anlaşılır. Uydu’nun arkadaşlarından bir tanesi elindeki kırmızı balıkları Amerikalı askerlerden aldığını söyleyerek Uydu’ya getirir. Ama daha sonra kırmızı balıkların gerçek olmadığı ve sadece kırmızıya boyandıkları anlaşılır.
Filmin sonlarına doğru Hengov yaşanacakların hepsini rüyasında görür. Agrîn’in bir türlü kurtulmak isteyip de kurtulamadığı küçük çocuğu, Riga’yı lanetli denilen suyun içine attığını ve kendisini de uçurumun kenarından boşluğa bıraktığını görür. Hengov sabah uyandığında her şey bitmiş olur. Gözyaşları içinde suya atlar ama Riga’nın su kaynağının dibinde mavi lastik botlarla öylece yattığını görür. Hengov dağa tırmandığında ise Agrîn’in mor terliklerini bulur. Mayından dolayı kopmuş olan iki kolundan dolayı terlikleri ağzı yerden alır ve gider.
ABD’nin aslında kurtarıcı olmadığı tam aksine her gittiği yere gözyaşı ve ölümler götürdüğünü filmin son sahnesinde, film boyunca Amerikan askeri hayranı olarak adlandırabileceğimiz Uydu’nun askerlere arkasını dönmesi ile net bir şekilde anlatılmış olmaktadır.
Filmi izlerken, masum insanları ve çocukları katledenlerin kimler olduğu bir kez daha düşünmeniz gerekiyor.
Kurtuluş Partisi Gençliği’nden Bir Yoldaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Öneri/eleştiri ilet.