5 Nisan 2014 Cumartesi

Başhaydut’u Gençliğimiz Silkeledi, Gençliğimiz Devirecek!

Türkiye’nin Başhaydutu Tayyip’i gençliğimiz ve özellikle de genç kızlarımız, kadınlarımız silkeledi ve onlar götürecek. Tıpkı 27 Mayıs Devrimi’miz gibi… Zaten kendileri de bu durumu tespit ediyorlar. Örneğin Tayyip yurt dışındayken Bülent Arınç 4 Haziran’da “Aynen 27 Mayıs olaylarında önce üniversite öğrencileri öldürüldü gibi saçma sapan ahlâksız haberlerin internet dünyasında yayınlandığını biliyoruz”, diyerek hem 27 Mayıs’a, hem Gezi Direnişi’mize vurmuştu aklınca. Tayyip’se, nice sonra 12 Eylül’ün yıldönümünde CNR Fuar Merkezi’nde yaptığı bir açılış konuşmasında, önce 27 Mayıs’a saldırarak, şu sözlerle 27 Mayıs’ı sonraki faşist 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleriyle bir tutmuştu:
“Bu karanlık yıldönümünde, şunu burada açık açık ifade etmek durumundayım. Türkiye, asıl büyük bedeli, 12 Eylül müdahalesinden çok daha önce, 27 Mayıs 1960 müdahalesinde ödemiştir. 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, esasen 27 Mayıs’ın tahkim edilmesi, 27 Mayıs’ın yeniden yaşatılması girişimleridir.”
Ona göre 27 Mayıs başdüşmandı. Bütün kötülüklerin odağıydı. Başhaydut aynı konuşmasında daha sonra da Gezi ile 27 Mayıs’ı eş tutan cümleler sarfediyor: “Bu salonda bulunan tüm kardeşlerim büyük oranda 27 Mayıs’ı yaşamadılar. Ama öncesine bakın, 27 Mayıs’a kadar gelen sürece bakın, okuyun, araştırın, bugün yaşananlarla o günlerin tıpa tıp birbirine benzediğini göreceksiniz” diyordu.


Gençlik, özellikle Aydın Gençlik
Evet, 27 Mayıs’ı; 12 Mart ve 12 Eylül Faşist Darbeleriyle karıştırmasının dışında 27 Mayıs ve Gezi Direnişi’nin birbirine benzediği doğrudur. Hatta çok benzemektedirler. Elbette bu ikisi arasında farklar olacaktır. Ancak, en temel benzer özellik, kitlesel gücün Gençlik oluşudur. Ve kendiliğinden gelişmiştir bu toplumsal hareketler (Tabiî 27 Mayıs’ta örgütlü güç Ordu Gençli’ğinin de bulunduğunu belirtelim). Yapılan anketlerde bu özellikler açıkça görülüyor. Konda Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nin 4411 kişiyle İstanbul’da yaptığı 15 Haziran 2013 tarihli Radikal’de yayımlanan araştırmaya göre eylemcilerin yaş ortalaması 28. Tabiî ki daha gençler veya yaşlılar, hatta nineler, dedeler vardı eylemlerde. Ama ezici çoğunluğu gençlikti. Bu Türkiye Gençliği demektir. Diğer önemli bir nokta ise yazıdaki ifadelere göre “Kendilerinin ve ailelerinin eğitim düzeyi, toplumdaki genel ortalamaların hayli üzerinde.” Bu da Türkiye Aydın Gençliği demektir.
Konda’nın bu araştırması internette tümüyle yayımlandı. Biraz daha ayrıntılı bakacak olursak: Direnişçilerin yaş ortalaması 28 ama en fazla katılım 20’li yaşların başları, 20-23 arası. Eğitim düzeyleri şöyle: Yüksek lisans/doktora: % 13, üniversite mezunu: % 43, lise mezunu: % 35. Bu oranlar Türkiye ortalamalarını üç aşağı beş yukarı yansıtan İstanbul oranlarının epeyce üstünde. İstanbul geneli için bu yüzdeler sırasıyla şöyle: % 1 (Yüksek lisans/doktora), % 13 (üniversite), % 25 (lise). Kabaca lise ve üzerini aydın gençliğimiz olarak tanımlayacak olursak İstanbul genelinde aydın gençliğimizin yüzdesi % 39 iken, Gezi’de bu oran % 91’dir. Durum bu kadar çarpıcıdır. Evet aydın gençlik ama sadece öğrenci değil. Direnişçilerin % 52’si çalışan, % 37’si öğrenci. Geri kalan işsiz, ev kadını ve emeklilerden oluşuyor. Demek ki, sadece öğrenci hareketi yaftası yapıştırılamaz. Diğer önemli bir nokta direnişçilerin % 79’u bir parti veya sivil toplum kuruluşuna (STK) üye değil ve bunların da % 52’si kime oy vereceği konusunda kararsız veya oy kullanmayı düşünmüyor. Geri kalan % 21 bir parti veya STK’ye üye ama bunların da % 38’i kime oy vereceği konusunda kararsız. Bu bilgilerse bize Gezi Direnişi’nin kendiliğinden geliştiğini gösteriyor. Ortada bir örgüt yok. Bunu destekleyen başka bir bilgi ise şu: Sade vatandaş oranı % 93.6, bir grubu veya oluşumu temsil eden: % 6.4. (Konda, Gezi Parkı Araştırması, 6-7 Haziran 2013, http://t24.com.tr/files/GeziParkiFinal.pdf).

Ve cesur kadınlarımız
Ama belki de asıl önemlisi, direnişçiler içindeki kadın oranı. Direnişçilerin % 49.2’si erkek, % 50.8’i kadın. Bu durum 2013 yılı genel Türkiye istatistiklerinin neredeyse tam tersi. (Türkiye nüfusunun % 50.2’si erkek, % 49.8’i kadın.) Tarihimizde, kadın hareketi dışında, kadınların bu yoğunlukta katıldığı, ses getiren başka hiçbir eylem olduğunu sanmıyoruz. Bu tablo kadınlarımızın Gezi Direnişi’mize nasıl güç kattıklarını belgeliyor. Hele direnişin başlarında yer alan bir “Kırmızılı Kadın” vardı ki, korkusuz, meydan okuyan duruşuyla direnişe en büyük coşkuyu veren kişi diyebiliriz (Resimde de görüldüğü gibi dirençle polisin gözlerine bakıyor, yoğun gaz ve basınç karşısında sadece başını çevirmek zorunda kalıyor ve sonra da arkasını dönüyor, ama kaçmıyor.) Bu arkadaşımız kaçınılmaz olarak Gezi Direnişi’mizin de hem Türkiye’de, hem dünyada simgelerinden biri oldu. “Kırmızılı Kadın” fotoğrafı ise Türkiye Foto Muhabirleri Derneği tarafından 29 yıldan beri verilmekte olan Yılın Basın Fotoğrafları Yarışması’nda birinci oldu. (Ve bu seçim, yarışmanın 4 yıldan beri ana sponsoru olan, Havuz Medyası’na ve milletin a… koyanlara aracılık eden Vakıfbank’ın son anda sponsorluktan çekilmesine neden oldu. Tayyip terörü yüzünden diyebiliriz…) Benzer bir cesaret örneğini Berkin’in cenazesi sonrasında polis saldırısı sırasında gördük. İstiklal Caddesi’nde bir genç kızımızın kendisine copla saldıran polise karşı çıplak elle, tekmeyle karşı koyup polisi kaçırması müthiş bir cesaret ve haksızlığa karşı koyma örneğiydi. İşte direnişimizin bir önemli özelliğini, cesur kadınlarımızın eylemlere katkısını en doğrudan kanıtlayan gerçekler… Gözümüzü yaşartacak ama aynı zamanda göğsümüzü kabartacak ölçüde direnç, cesaret örnekleri…

Ya “twitter mıvittır”?
Evet. Direnişçiler sosyal medyayı yoğun kullanan kişiler olsa gerek. Nitekim Konda anketi bunu tespit ediyor: Direnişçilerin % 84.6’sı sosyal medyayı kullanıyor ve bunu başkalarıyla paylaşmış, % 8’i ise bir sosyal medya grubuna üye ama Gezi’ye yönelik bir paylaşımı olmamış. Direnişçilerin sadece % 7.5’i hiçbir sosyal medya grubuna üye değil. Sonuç olarak direnişçilerin % 92’si aktif sosyal medya kullanıcısı. Bu bilgiler büyük ölçüde hem genç olduklarını, hem aydın olduklarını kanıtlıyor. Bu durum Tayyip’in sosyal medyaya neden saldırdığını gösteriyor. Malum, Tayyip geçen yıl Gezi Direnişi’nin başlarında, 2 Haziran’da 2. Alo Fatih’in (Altaylı) programında şöyle diyordu: “Twitter denilen bir bela var. Yalanın, abartının daniskası burada. Sosyal medya denilen şey: Bana göre toplumun baş belası.” Yandaş Medya, veya artık Havuz Medyası da diyebiliriz, dışında kalan her türlü iletişim aracı aynı damgayı yiyebilir. Hatırlıyoruz, aynı twitter, Mısır’da Mübarek devrilir, dinciler iktidara gelirken devrimciydi. Şimdi ise başbelası Tayyipgil için. Çünkü korkuyorlar. Bugün bu yüzden Tayyip “twitter mıvitter, hepsinin kökünü kazıyacağız” dedi ve twitter’ı gerçekten de kapattı. Tayyip, twitter kuşunu sustururum sanıyor ama isterse ağzıyla kuş tutsun, gerçeklerin ortaya çıkmasını önleyemez.

Gezi Direnişi: 53 Yıl Sonraki 27 Mayıs’tır
Gezi Direnişi’miz ve 27 Mayıs’a damgasını vuran gençliğimizdir. Her ikisi de ilerici aydın gençliğimizin demokratik refleksidir. Denecek ki, ya farklar? Tabiî ki kaçınılmaz olarak farklar var. Çünkü 27 Mayıs’tan bu yana 53 yıl geçmiş.
27 Mayıs, devlet sınıflarımızdan İlmiyye ve Seyfiyye’nin, yani Üniversite ve Ordu’nun boylu boyunca işin içinde yer almasıdır (Hikmet Kıvılcımlı). Ancak, 12 Eylül Faşizmi ile birlikte ve daha sonra da YÖK aracılığıyla üniversitede ilericiler tasfiye edilmiştir. YÖK zaten 12 Eylül Faşizmi tarafından gerici iktidarlara verilmiş üniversitelerin başını bağlama, ilericileri tasfiye etme imkânıdır. 28 Şubat ile bu tasfiye belki nispeten durdurulmuşsa da, AKP iktidarıyla birlikte, özellikle de 2007’den başlayarak, TayyipGül-Feto ittifakı tarafından çok daha acımasızca sürdürülmüştür. İlerici rektörler bile hapse atılmıştır. Üniversite bu yüzden Gezi’de 27 Mayıs yoğunluğunda yoktur.
En önemli fark Ordu Gençliği’nin Gezi Direnişi’nde yer alamamasıdır. Bunun nedeni bellidir: Düzmece Ergenekon, Balyoz, Casusluk vb. davalarıyla Ordu Gençliği susturulmuş, hatta tasfiye edilmiştir. Ve bu tasfiye hâlâ sürüyor. İşte bu konuda bir Odatv haberi:
“İzmir Askeri Casusluk davasında yeni bir skandal daha ortaya çıktı. Devam eden 15’i tutuklu 357 sanıklı davada tutuklu yargılanan 93 sanıktan 78’i tahliye edildi. ÖYM’lerin kaldırılmasına günler kala İzmir 12. Ağır Ceza Mahkemesi 149 şüphelinin yer aldığın ikinci bir iddianameyi kabul etti.
“Askeri Casusluk Davası’nda hazırlanan ikinci iddianame tartışılmaya devam ederken, TSK’nin yargılanan subaylara ilişkin aldığı “ihraç” kararı eleştirilere neden oldu.
“Odatv’ye gelen bilgilere göre, sürmekte olan Askeri Casusluk davasında tutuklu sanıkların büyük bölümü hakkında tahliye kararı verilmesine rağmen, TSK, bu davadan yargılanan onlarca subayı “disiplinsizlik” gerekçesiyle ordudan ihraç etti.” (24 Mart 2014, http://www.odatv.com/n.php?n=yargilama-bitmeden-subaylari-ihrac-etti-2403141200)
Bu tablo karşısında Ordu Gençliğimiz ne yapabilir?
Gene de, bütün bu saldırılara rağmen Teğmen Mehmet Ali Çelebi gibi nice devrimci-ilerici-cesur subayın içinin kanadığından eminiz.
Benzer şekilde, yargı da 12 Eylül Referandumu sayesinde (tabiî “yetmez ama evet”çileri unutmuyoruz) Tayyipgil ve Fetocular tarafından neredeyse tümüyle ele geçirilmiştir. Nasıl Ergenekon, Balyoz vb.leri Ordu’ya tertipse, Referandum da Yargıya tertiptir. Bu yüzden 27 Mayıs’ta yer alan demokrat, ilerici yargı güçleri Gezi Direnişi sürecinde bugüne dek yer alamamıştır.
Diğer bir fark belki kadınlarımızın 27 Mayıs’ta Gezi Direnişi’ndeki yoğunlukta yer almama olasılığıdır. Olasılığıdır diyoruz, çünkü elde 27 Mayıs ile ilgili elle tutulur veri yok.
Bir fark da 27 Mayıs’ta ilerici gençliğimiz içinde Kürt hareketinde bir ayrışma olmadığıdır. Gezi Direnişi’nde ise Kürt hareketi bilinçli olarak yer almamıştır. Daha 1 Haziran’da Selahattin Demirtaş şöyle diyordu:
“Gezi Parkı’nda yaşananları barış müzakerelerinin karşıtlığına çevrilmesine izin vermeyeceğiz. Çünkü biz onlarla hareket etmiyoruz. Tabanımız kesinlikle ırkçı ve faşistlerle aynı etkinlikler içinde olmaz. Bizim tabanımız ne yapacağını bilir.” (Milliyet, 1 Haziran 2013).
Bu durum Kürt hareketinin düştüğü içler acısı durumu göstermektedir. Ne yazık ki Sovyetler Birliği’nin dağılmasından beri Kürt hareketi Amerikan Emperyalizmi’nin çekim alanına girmiş ve yaklaşık 2000’den beri de yörüngesine oturmuştur. İlerici-devrimci gençliğimizi ırkçı ve faşist olmakla suçlamak, başka türlü açıklanamaz.

Böyledir Bizde Gençlik
Tayyipgil, sınıfsal olarak kapitalizmöncesi dönemin, derebeylik döneminin yadigârı Antika Tefeci-Bezirgânlığın temsilcisidir. Tek hedefleri, din bezirgânlığı ve el parasıyla hovardalık (emperyalistlerin sıcak para oyunu) sayesinde göz boyayarak vurgun-rüşvet-rant-soygun-talan-yolsuzluk-yağma ile küplerini doldurmaktır. Bu arsızlıkla davranır ve burunlarının ucunu göremezler. Son ses kayıtları bu durumu belgeliyor. Özellikle Gezi Direnişi’nden beri gittikçe yoğunlaşan bir sosyal ve ekonomik bunalım söz konusu…
Türkiye’de ne zaman devlet bunalıma girse gençliğimiz içgüdüsüyle öne atılır, gücü yettiğince gerici gidişe dur der. Bunalımı ortadan kaldırır, tıkanıklığın önünü açar. Rusçuk Yaranı, Genç Osmanlılar veya Jöntürkler, İttihatçılar, Kızıl Sultan Abdülhamit’i deviren Hareket Ordusu, Kuvayimilliye, 27 Mayısçılar, 28 Şubatçılar yüzlerce yıldır süregelen bir Tarihsel Geleneğin ürünüdür. Bu tarihsel geleneğin bugünkü temsilcisi Gezi Gençliği’dir. Gezi Gençliği, diktatör taslağı Tayyip’i salladı, çok yakın gelecekte yıkacak da… Tayyip yerel seçimlerde isterse yüzde yüz oy alsın, artık kurtuluşu yok.
Ne var ki, “Derebeyi kalıntılarımız, bütün dişleri ve tırnaklarıyla iliklerimize işlemiş olarak yaşarlar” (Kıvılcımlı, 27 Mayıs). Ve bunlarda her türlü oyun vardır. Din bezirgânlığının yanı sıra en iyi yaptıkları iş emperyalist uşaklığıdır. Halkın gözünde yıprandıkları ölçüde emperyalist uşaklığında daha gözü kara davranırlar. ABD’nin bu uşakları bu yeni dönemde daha etkin kullanacağı açıktır. Hem tekmeyi vurur, hem kullanır. Neden kullanmasın? Daha yeni, bir Suriye uçağının düşürülmesine bu gözle bakıyoruz.
Bir de, maalesef ilericilerimizde oldum olası var olan halka tepeden bakma hastalığını gericilik çok iyi kullanır. Tayyip, geçmişte Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Doğruyol Partisi’nin yaptığı gibi, hâlâ bu hastalığı istismar edebiliyor. Bu sayede bu gerici partiler daha halktan yana görünebiliyorlar.
Bütün bunlara rağmen, klasik deyişle Tarihin tekerleği tersine çevrilemez. Türkiye, bir ayağı hâlâ Ortaçağda olsa da, Ortaçağa bütünüyle geri dönemez.
Bu süreçte Devrimcilere düşen bu yıkılışı halkımız için acısız şekilde hayata geçirmek, sosyal devrime taçlandırmak olmalı. Ne yazık ki, İşçi Sınıfımıza 12 Eylül Faşizmi tarafından çok büyük bir darbe indirilmiştir. Sonraki süreçte ise yoğun taşeronlaştırma politikası İşçi Sınıfımızın belini doğrultmasını önlemiştir. Ancak İşçi Sınıfı ideolojisi tüm diriliğiyle mücadelesini sürdürmektedir. Önümüzdeki sıcak dönemde Türkiye gerçeklerini kavramış gerçek İşçi Sınıfı devrimcileri, başta Gezi Gençliği olmak üzere halk yığınlarımıza kılavuzluk etmek zorundadır.

Kurtuluş Yolu