Ülkemizde gericiliğin, adım adım Ortaçağa gidişin diğer adı demek olan 4+4+4 Kesintili Eğitim Modeli’nin uygulamaya konmasıyla birlikte tavan yapan eğitim sistemi tartışmaları yeni değil. Yıllardan beri dünyanın her yerinde uygulanan eğitim sistemleri eleştirilir, yerine yenileri getirilir, yeni eğitim sistemi de eleştirilmeye devam eder, ufak rötuşlar yapılır ve bu böyle sürer gider. Bu tartışmalarda en net tavrı her konuda olduğu gibi sosyalistler gösterir tabiî. Kararlılıkla, bıkıp usanmadan ezberci-gerici eğitimi reddeder sosyalistler.
Peki neden?
Neden sosyalistlerin inatla savundukları eğitim sistemi dünyanın -birkaç istisna haricinde- hiçbir yerinde kabul edilmez? Sadece sosyalistlerin görebildikleri bir gerçek mi vardır? Eğer öyleyse bunca zamandır başka kimseye bu gerçekleri gösteremeyecek kadar cılız mıdır sosyalistlerin sesi? Yoksa kapitalizmin insanı köleleştirmek, robotlaştırmak ve birer makina parçası haline getirmek için elinde tuttuğu en büyük kozlardan birisi eğitimdir de ondan mı?
Elbette, eğitimin bilimsellikten, toplumsallıktan, üretimden uzak, ezberci olması sınıflı toplum düzeninin devamlılığı için olmazsa olmazdır. Bu sayede Parababaları kârlarına kâr katabilmek için insanları birer makineye çevirirler. Onları düşünmekten, sorgulamaktan uzak, toplumsal olaylardan, üretim ilişkilerinden bihaber eğiterek, sömürü-talan düzenlerini ayakta tutarlar.
İnsanların en temel yaşamsal faaliyeti üretimdir. Toplumların temel ilişkisidir, yapı taşıdır üretim. Eğitim ve üretim birbirinden ayrıldığı, koptuğu anda, insanlar üretim ilişkilerinden ve üretim sürecinin tamamından alıkoyulup tek yönlü, ezberci bir eğitim anlayışıyla yetiştirildiğinde, kapitalizm için sağmal koyun sürüsüne dönmüş demektir. Parababaları, iktidarı ellerinde tuttuklarında kafa emeği ve kol emeğini birbirinden ayırırlar. Çünkü üretim sürecinin tümüne hakim işçiler, Parababalarının sınıfsal egemenliğine yönelik tehdit oluştururlar. Bu yüzden üretim sürecinden kopartılmaları, sadece Parababalarının istediği şeyleri, Parababalarının istediği şekilde öğrenmeleri gerekir. Sorgulayıcı, üretken olmak gereksiz ve tehlikelidir Parababaları için . Bu sayede bir işçi, işveren karşısında ses çıkartamaz konuma gelir. Çünkü yapabildiği, daha doğrusu yapmayı öğrendiği tek bir işi vardır: Charlie Chaplin’in bir filminde, işi sadece vida söküp takmak olan işçi gibi. Yapılan iş buna indirgenince böyle bir işçinin milyonlarca işsiz alternatifi olur. İşveren bundan çok yararlanır. Ücretleri düşük tutmak, sendikal örgütlenmeyi engellemek vb. vb… İşveren için önemli olan işi kimin yaptığı değil, işin yapılmış olmasıdır. Yani ya okuyacak, defterde, kitapta yazanların fotokopisini çekip beynine zımbalayacaksın, ya da avcuna vidaları doldurup başını öne eğecek, çalışacaksın. Düşünmeyecek, sorgulamayacak, sadece çalışacaksın…
İşte bu bilimsellikten uzak, ezbere dayalı eğitim sisteminin karşısında biz sosyalistlerin kararlıca her dönem savunduğu şey Politeknik Eğitimdir.
Nedir politeknik eğitim?
Marks’ın formüle ettiği, ilk kez 1917 Ekim Devrimi’yle pratikte hayat bulan politeknik eğitim, en basit tanımlamayla; çok yönlü eğitimdir. Eğitim ve üretimin, kafa ve kol emeğinin iç içe geçmesidir. Üretimin bilimsel temellerini bire bir uygulama aracılığıyla öğrenmektir. Örneğin bir makinenin Parababalarının işine geldiği gibi sadece nasıl kullanıldığının değil, çalışma prensiplerinin, nasıl yapıldığının yani “mantığının” da kavranmasıdır. Bu sayede öğrenci doğa bilimlerini, toplumsal bilimleri üretimle perçinlemeyi, hayatın gerçekliğine yansıtmayı öğrenir.
Politeknik terimi, Yunancadan türetilmiş olup, “çok yönlü teknik ve beceri” anlamına gelmektedir. Politeknik eğitim, öyle bir eğitim biçimidir ki, bütün üretim alanlarının ana ilkelerini tanıtır ve yetişen gençlere bütün üretim dallarındaki basit araçların kullanılabilmesi olanağını verir. Politeknik eğitim ile kafa ve beden çalışması arasındaki ikilik ortadan kalkar. Teori ve pratik bütünlük içindedir ve okul, iş yaşamına ve toplumsal yaşama karışır. Üretim sürecine bilinçli olarak katılıp bu sürece egemen olan, yönlendiren bir toplum yaratılır. Küba Devrimi’nin Önderi Fidel Castro’nun dediği gibi, “Öğretimle, üretken çalışmayı kaynaştırma olgusunun tek gerçek komünist eğitim biçimi olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Başka yolu da yoktur. Kimse karada yüzmeyi, denizde de yürümeyi öğrenemez.”
Ülkemiz üzerinden gidecek olursak; eğitim, yıllarca süren bir sınav maratonudur ve bu maratonun sonunda herkes sıralamasına razı gelir. Öğrenciler (yarış atları) maddi olanakları çerçevesinde bu maratona hazırlanır. Öyle ki bu süreç hayatının dönüm noktasıdır ve dünya yerinden oynasa da o sadece yarışın sonuna odaklanır. Sonucunda da alabildiği puan, yerleşebildiği bölüm neyse eğitimi, gelişimi sadece ona yönelik olur, sadece o meslek üzerine yoğunlaştırılır.
Politeknik eğitimde ise çocukluktan itibaren yeteneklerini açığa çıkartması ve yetenekli olduğu alana yönelmesi sağlanır. Tabiî bu süreçte eğitim sadece mesleki olmaz. Sanat, spor, toplum ve doğa bilimleri de hayatın birer parçası olarak eğitim sürecine dahildir. Sürecin sonunda, hangi meslekten olursa olsun, insanlığın sorunlarına kafa yoran, çözüm üreten yetkinlikte insanlar yetişir. Devrimler Kartalı Lenin Usta, devrimden sonra Sverdlov Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta “gençlere bazı popüler kitaplar okutup, bazı sloganlar öğretmekle yetinilirse bunun komünizme zararlı olacağını, meslek öğretirken aynı zamanda insanlığın yaratmış olduğu bilgi birikimini, insanlığın bütün kültürünü de öğretmeyi hedeflemek gerektiğini” söylerken, kastettiği tam olarak budur.
Ülkemizde 1940 yılında kurulan ve 1953’te “komünist yetiştirdiği” gerekçesiyle kapatılan Köy Enstitüleri politeknik eğitim anlayışına yakın bir eğitim modeli içermekteydi. Kuruluşuna önderlik eden, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel: “Biz imamın yerine, köye devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik” diyordu Köy Enstitüleri için. Bu düşünceyle ortaya çıktı ve 13 yıl boyunca 21 enstitü 20 bine yakın mezun verdi.
Bu mezunlar arasında kimler yoktu ki... Sanatçılar, yazarlar, müzisyenler, şairler ve tabiî ki öğretmenler...
Malatya’dan İzmir’e, Diyarbakır’dan Balıkesir’e kadar tam 21 şehirde faaliyet gösteriyordu Köy Enstitüleri.
Tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında kuruluyordu. Kitaba, deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin % 50’lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu, öğrenciler tarafından getirilmişti.
Salt üretim değil tabiî ki, öğrencilere klasik ve geleneksel müzik enstrümanları eğitimi de veriliyordu. Âşık Veysel, enstitüleri gezip öğrencilere saz çalmasını öğretiyordu.
Peki Köy enstitülerinin kapatılmasındaki gerekçeler nelerdi?
Komünist öğretmenler yetiştiriyor olması ve kızlı-erkekli eğitim verilmesi. Daha net bir söylemle; düşünen, sorgulayan, üreten insanlar yetiştiriyor olması…
Dünyada politeknik eğitim uygulayan ülkelere Sovyetler Birliği’ni-Sosyalist Kamp ülkelerini ve bugün hâlâ sosyalizmin bayrağını onurluca dalgalandıran Küba örneğini vermek mümkün. Çarlık Rusyası’nın devrilmesini takip eden 10-20 yıl içinde, Sovyetler’de okuma yazma bilenlerin sayısının üçe katlandığını, bugün Küba’da okuma yazma oranının yüzde yüz ve sağlık başta olmak üzere birçok alanda dünyanın en ileri ülkesi olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, sosyalistlerin neden inatla ve kararlılıkla alternatif bir eğitim sisteminde direttiğini anlamak mümkün olacaktır. Eğitimin üretimle, toplumsal yaşamla ve bilimle iç içe geçirildiği, eşit ve parasız olduğu bir ülkede bunun aksini düşünmek olanaksızdır.
Bugünkü eğitim sisteminde temel amaç öğrencileri Parababalarına daha iyi hizmet verebilmek için yarıştırmak ve aralarından en uygun olanları seçebilmektir. Eğitim sistemi, toplumsal düzenin belirleyici faktörlerindendir. Bu nedenle biz sosyalistler Eşit, Parasız, Bilimsel, Laik, Demokratik ve Anadilde Eğitimi hayata geçirecek düzene kavuşuncaya kadar uygulanacak bütün ezberci, gerici eğitim sistemlerine karşı çıkmaya devam edeceğiz. Ve Demokratik Halk Devrimini gerçekleştirip, sosyalizm bayrağını göndere çektiğimizde, sağlıktan spora, bilimden sanata her dalda gelişmiş ve dünya halklarına önderlik edecek bir ülke yaratacağız.
Kurtuluş Partisi Gençliği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Öneri/eleştiri ilet.