6 Mart 2017 Pazartesi

Neden evrim teorisine düşmanlar?

Halkın Kurtuluş Yolu 109. sayısında KPG'den yoldaşımızın kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz.

Öncelikle belirtmeliyim; bu konuda uzman bir kişi değilim. Henüz Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde ikinci sınıf öğrencisiyim. Elimden geldiği kadar basitçe anlatmaya çalışacağım. Evrim konusu çok uzun bir konu. Bu konuda bilim insanlarının kitapları ve makaleleri çok fazla sayıda mevcut. Ben detaya girmeden genel hatlarıyla anlatmaya çalışacağım. Anlatırken yararlandığım kaynakları yazının sonunda belirteceğim. Daha kapsamlı bilgi almak isteyen konuya ilgi duyan arkadaşlar bu kaynaklara bakabilirler.

Kısaca ve basitçe Evrim nedir?
Bildiğimiz gibi, bugün Evrim düşmanlığı, dolayısıyla da bilim düşmanlığı yapan çevreler, bu bilimdışı tutumlarına bir kılıf olarak “Evrim sadece bir teoridir, kanıtlanmamıştır”, gibi sözde argümanlar ileri sürmektedirler.

Öncelikle teorinin ne olduğunu anlamakla başlayalım. Teori terimi, okul hayatımız boyunca bizlere “ispatlanmamış verilerdir, ispatlanınca kanun olurlar.” şeklinde öğretildi. “Halk arasında yaygın olarak kullanılan “teori” sözcüğü bilimde “ispatlanmamış veya asılsız düşünce” anlamına gelmez. Tam tersine, uzun süreli, çok açılı, çok disiplinli gözlemler ve incelemeler sonucunda elde edilen verilerin “neden” ve “nasıl” o şekilde olduğunu açıklayabilen bilgi bütünleri anlamına gelir. Bilimde bir “yasa/kanun”, doğal bir olguya/fenomene yönelik gözlemdir. Bir şeyin “ne” olduğunu belirlememize yarar: örneğin “bütün cisimler yere düşer”, “bütün canlılar farklılaşır” gibi. (…) Dolayısıyla hiçbir hipotez ispatlanınca teori, teori daha da ispatlanınca kanun olmaz. Önce etrafımızda kendini tekrar eden olaylar ve olgular, yani kanunlar tespit edilir. Bu kanunların birbirleriyle ilişkileri sorgulanarak hipotezler kurulur ve bu hipotezlerden doğrulananlar (veya tekrarlanan testleri her seferinde başarıyla geçenler) arasında bağlantılar kurularak bu kanunları izah eden açıklamalar geliştirilir, bunlar da teoriler olur. Bu teoriler zaman ve bilimin sınavına tutulur ve bu süreçte bu teoriler de evrimleşirler. İlla bir hiyerarşi kurulacaksa, teoriler açıklama gücü, kapsam, içerik, test edilebilirlik gibi birçok açıdan kanunlardan üstündürler. Öyle ki, bazı kaynaklar kanunları, teorilerin “kısa ve dar bir özeti” olarak nitelerler. Ancak modern bilimde böyle bir hiyerarşiden söz etmeyiz; çünkü gerek yoktur.” (http://www.evrimagaci.org/soru-cevap/45)

Öncelikle şunu belirtelim ki, Evrimi sadece insanlarda olan bir değişim olarak düşünmemeliyiz. Bu şekilde düşünmek olayları yanlış anlamamıza neden olur.

İkinci olarak belirtmek istediğim nokta: “Biyolojik olarak bireyler evrimleşmez, nesiller evrimleşir.”

Bu ne demektir?

Şu an bizler evrimleşmeyeceğiz veya sokaktaki kediler evrimleşmeyecek. Çünkü evrim bireyler üzerinde gerçekleşmez. Bireylerdeki kas gelişmesi, bronzlaşmak gibi şahsi değişimlere modifikasyon denir. Modifikasyonlar nesilden nesle aktarılmaz. Şimdilik araştırmalar modifikasyonların evrimsel açıdan ufak avantaj etkilerinin olması dışında hiçbir etkisinin olmadığını gösteriyor. Evrimden söz edebilmek için mutlaka, en azından bir neslin geçmesi gerekir.

Konumuz Evrim olunca yazımızda birkaç kavramı daha açmamız gerekecek.

Peki tür nedir?

Tabiî bizim burada bahsedeceğimiz biyolojik tür kavramıdır. Tür, üyeleri doğada kendi arasında üreme potansiyeline sahip olan ve yaşayabilir verimli döller meydana getiren, diğer türlerin üyeleriyle yaşayabilen fakat çiftleşemeyen veya çiftleşme sonucunda verimli döller meydana getiremeyen popülasyonlar grubudur.

Burada Türleşmenin de tanımını yapmamız gerekiyor. “Biyolojik Tür Tanımı dahilinde, sonradan insanlar tarafından “ortak ata” olarak isimlendirilecek olan bir grup canlıdan, burada izah edilecek çeşitli mekanizmalar dahilinde birbirleriyle çiftleşemeyecek kadar farklılaşmaları sonucu, kendi içlerinde çiftleşebilen ancak diğer canlı gruplarıyla verimli döller veremeyen, iki veya daha fazla yeni canlı grubunun oluşması demektir. Daha basit bir tanımla, var olan bir türe ait bir popülasyonun, birden fazla alt gruba ayrılması ve bu grupların zaman içerisinde, farklı koşullara göre, farklı özellikler evrimleştirmeleri sebebiyle birbirlerinden farklılaşmaları demektir.” (http://www.evrimagaci.org/makale/91)

Bilim adamlarına göre yaşam, milyarlarca yıl önce yanardağlardan atmosfere giren kimyasal maddelerden türemiştir. Jeologlar, çok eski kayalara bakarak bu kimyasal maddeleri saptamıştır. Bunlar; hidrojen, metan, amonyak ve sudur. Ama bu maddeler arasında serbest oksijen bulunmaz. Deneyler, bu kimyasal maddelerin kolaylıkla aminoasit adlı moleküllere dönüşebildiğini göstermektedir. Aminoasitler proteinlerin, proteinler de tüm canlıların yapı taşlarıdır. Laboratuar deneyleri, şimşek ve Güneş’ten gelen radyasyonun aminoasit oluşumunu başlattığını göstermektedir. Bunlar okyanuslarda çözülüp milyarlarca yıllık süreç içinde proteinleri sonra da basit hücreleri oluşturmuştur.

Bu noktadan sonra genetik materyalin evrimi ile ilgili çeşitli görüşler vardır.

İlk olarak, genetik materyalden önce metabolizmayı sağlayacak yapıların oluştuğunu, sonrasında genlerin oluştuğunu ileri süren “Önce Metabolizma Hipotezi” vardır.

İkinci olarak, genetik materyalin metabolizmayı sağlayacak yapılardan önce oluştuğunu ileri süren “Önce RNA Hipotezi” vardır. Bunların detayına girmeyeceğim. Merak eden arkadaşlar daha önce de belirttiğim gibi çeşitli kaynakları okuyarak detaylı bilgi edinebilirler.

Canlıların amacı, doğanın zorlu şartlarında dahi yaşamlarını sürdürebilmek ve nesillerini devam ettirebilmektir. Bazı canlılar zorlu şartlara uyum sağlayarak hayatta kalmayı ve genetik bilgilerini sonraki nesillere aktarmayı başarabilirken; bazı canlılar zorlu şartlarda ölür veya üreyemez ve nesilleri yok olur. İşte basitçe, canlıların bazılarının bu koşullarda daha kolay hayatta kalabilmesi ve nesillerini devam ettirebilmesi, bazılarının ise hayatta kalamayarak yok olması sürecine “doğal seçilim” denir. Evrimin temelini doğal seçilim oluşturur. Bu şekilde doğal şartlara uyum sağlayabilmiş canlıların genetik bilgilerini sonraki nesle aktarması, o neslin de kendi genetik bilgilerini sonraki nesle aktarmasıyla milyonlarca yıl sonra oluşan canlılarla ilk canlılar arasında üreyemeyecek duruma gelinir. Yani başta bahsettiğimiz türleşme olur.

Genel hatlarıyla evrimi anladıysak sürekli karşılaştığımız “insanların maymundan gelme” olayına biraz değinmek istiyorum. Öncelikle sağdan soldan, okumadan, araştırılmadan yapılan yorumlar sonucunda evrimle ilgili insanlarda sadece “biz maymun muyuz?” veya basitçe “maymundan mı geldik?” sorusu oluşturuldu.

Maymun, biyolojik olarak Eski Dünya Maymunları ile Yeni Dünya Maymunları’na hep birlikte verilen isimdir. Eski Dünya Maymunları, Afrika ve Asya’da evrimleşmiş, Yeni Dünya Maymunları ise orta ve Güney Amerika’da evrimleşmiş olan maymunlardır. Orta Asya’da evrimleştiği bilinen türümüzün (Homo Sapiens) ataları, Eski Dünya Maymunları’ndan ayrılmıştır. Genellikle maymun dediğimiz zaman kuyrukları olan Primatları kastederiz. Kimi kaynaklarda “İnsansılar”, kimisinde “İnsansı Maymunlar” olarak geçen İngilizcesi “Ape” olan Homonoidea süperailesi şu canlıları kapsar: insanlar, şempanzeler, bonobolar, goriller, orangutanlar, gibonlar ve tüm bunların son otuz milyon yıl içerisinde yaşamış olan ataları… Bu primat türlerinin ortak bir noktası vardır: kuyrukları bulunmaz. Bu canlılara farklı bir isim vermeyip kuyruksuz maymun dememizin sebebi taksonomik analizlerin, insan ve akrabalarının maymunlardan farklı bir grup olarak adlandırılamayacakları kadar maymunlarla yakın akraba olduklarını göstermesidir. Kuyruksuz oldukları için geleneksel maymun tanımına uymazlar fakat taksonomik ve filogenetik olarak, dilimizdeki kelimelerin elverdiği şekilde insana ve tüm yakın akrabalarına maymun demek durumundayız. İngilizce ve Latince bu durumu çözebilmektedir: Simiiformes infra takımı. Simiiformes, Türkçe karşılığı olmayan bir sözcüktür. Bu da yanlış anlamalara yol açmaktadır. İnsan türü olarak kendimizi diğer hayvan türlerinden üstün görmemizin bir anlamı yoktur. Hatta kolay anlaşılabilmesi açısından bilim insanlarının, insanı bilimsel olarak tanımlamasını aktarayım: “Homo sapiens türü, ökaryotlar içerisinde yer alan, Hayvanlar Âlemi içerisinde bulunan, Gerçek Dokular alt âleminin, çift yanlı simetrikler kladının, ikincil ağızlılar üst şubesinin, kordalılar şubesinin, omurgalılar alt şubesinin, gerçek çeneliler infra şubesinin, dört üyeliler üst sınıfının, Memeliler sınıfının, doğuran memeliler alt sınıfının, Primatlar takımının, kuru burunlu primatlar alt takımının, maymunlar infra takımının, kuyruksuz maymunlar üst ailesinin, büyük kuyruksuz maymunlar ailesinin, Homo cinsinin içerisinde yer alan canlılardır.” (Bakırcı, Evrim Kuramı ve Mekanizmaları, s.173-174)

Son olarak belirtmek istiyorum: Evrim Teorisi’nin bir kuram olması, onun ispatlanmamış, eksik, zayıf bir açıklama olduğunu anlamına gelmiyor. Tam tersi evrimin, 150 yıllık kuramsal tarihi 2000 yıllık fikirsel tarihi vardır ve bilimin gördüğü en güçlü, en az hasar görmüş, onlarca bilim insanı tarafından geliştirilmiş ve geliştirilmekte olan teorilerden sadece biridir.

Evrimi insanların öğrenmesini neden istemiyorlar?
Egemen sınıf, insanların evrimi öğrenmesiyle din temellerine oturttukları koltuklarının sallanacağını düşünüyor. Öncelikle şuna açıklık getirmeliyim: Evrim Teorisi’nin amacı dinlere karşı bir cephe oluşturmak değildir. Evrim Teorisinin amacı; canlıların nasıl oluştuğuna bir açıklık getirmeye çalışmaktır. Evrim Teorisi bir inanç değil, bilimsel bir gerçekliktir. Nasıl Einstein’ın “İzafiyet Teorisi” diye bir şey yok diyemiyorsak, Evrim Teorisi için de diyemeyiz. Evrim Teorisi birçok kez deneylerle laboratuar ortamlarında gösterilmiş, moleküler düzeyde yapılan çalışmalarla desteklenmiştir. Burada Evrim Teorisi ile ilgili yapılan çalışmaları anlatmaya kalkmayacağım. Merak eden arkadaşların kolayca bu bilgilere ulaşabileceğini düşünüyorum. Tabiî bunu yaparken kötü niyetli kaynaklardan uzak durmak büyük önem teşkil ediyor. Seçici olmakta yarar görüyorum.

Konumuza dönecek olursak: Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Evrim teorisi eskimiş ve çürümüş bir teoridir” açıklamasında bulunmuş.

Bir teoriyle ilgili böyle bir iddiada bulunmak için o kuramın dayandığı doğa gerçeklerini teoriye bağlayan, test edilmiş hipotezlerin her birini tek tek çürütmeniz gerekir. Oradan birinin çıkıp da “Yer çekimi diye bir şey yoktur. Onlar eskidenmiş.” demesiyle Kurtulmuş’un bu sözleri arasında hiçbir fark yoktur. Zaten bu Tefeci-Bezirgânlara kalsa tüm bilimsel araştırmaları çöpe atacak, “Ol dendi olduk, öl dendi öldük, yürü dendi yürüdük, yemek ye dendi yedik” diyecekler. Çünkü onların düşünen, sorgulayan beyinlere değil, tüm söylediklerine inanacak, sıkıca sarılacak; onlar ceplerini doldurup, doğaya ve tüm canlılara zarar verirken, sesini çıkarmayan insanlara ihtiyaçları vardır. İnsan dediğimiz canlı yukarıda da belirttiğim gibi Hayvanlar Âlemi’nden ayrı bir varlık değil, bizzat içerisinde bulunan bir canlıdır. Fark olarak daha komplike düşünebilen hayvanlar olduğu söylenir. E bunların istediği insan modelinde düşünme yetisi olmayan insanlar varsa (insanları öteki hayvanlardan ayıran özelliği çıkardıklarına göre) kendilerine koşulsu tabi olan hayvan istiyorlar demek değil midir?

İnsanların Evrim Teorisini öğrenmesi demek, anadan doğma öğretilen şeylerin bir anda tepetaklak olmasıdır. İnsan komplike düşünebilen hayvandır dedik, başından beri öğrenilen şeyin yanlış olduğunu öğrenen insan ne yapar?

Diğer her şeyi sorgulamaya başlar. Anadan doğma öğretilen; babasının işçi olması ve işçi maaşlarının aile geçindirmek için yeterli olmadığı ama buna şükretmeleri gerektiği, parası olanın iyi eğitim ve sağlık hizmeti görebileceği ve parası olmayanın gerekirse ölüme mahkûm olduğu, çok güçlü bir tabaka olduğu ve bu tabakadakilerin dışındakilerin en ağır, en zor işleri yapmak zorunda olduğu ve daha nicesi öğretilerini sorgulamaya başlayacak. Sorguladıkça araştıracak, öyle olmak zorunda olmadığını görecek. Ayaklanacak! Çocuklarına daha iyi eğitim vermek için, hastalıktan ölmemeleri için ayaklanacak.

Elbette bunlar, bir insan Evrim Teorisi’ni öğrendi, diye olacak şeyler değil. Ama en azından sorgulamak için iyi bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Bunun için bilgilerin eksiksiz ve doğru şekilde verilmesi de çok önemli. Sadece bu konuda değil, okulda öğretilen her bilgiye aynı şekilde yaklaşılmalı. Kaç yıldır okullara giden, yetiştirilen çocuklar eğitim sisteminin yetersizliği ve berbatlığı yüzünden öğretmenlerinin önlerine koydukları bilgilerin fazlasına kendilerini kapatıyor, ezberci sistemin alışkanlığıyla araştırmadan ve merak etmeden eğitim hayatına devam ediyor. Ama en azından bu eğitim sisteminde beyinleri hâlâ parlak kalmaya çalışan çocuklar var. Bu önemli teoriyi göstermeden geçmek bir tane bile olsa sorgulayacak beyini ortadan kaldırmak demektir.

Üstelik hayat diyalektiktir. Yani canlılar, cansızlar bütün varlıklar bir saniye öncesiyle aynı değildir, sürekli değişirler. Sadece fizyolojik olarak değil, en basitinden bir insanın on dakika önceki düşünceleriyle, on dakika sonraki düşünceleri bile değişiyor. Canlıların nasıl ilk geldikleri gibi kaldığını söyleyebiliriz? Bir teknolojik alet bile ilk yapıldığı zamanki gibi değildir, daha kullanışlı hale getirilir, kullanışsız olanlar artık üretilmez. Evrim Teorisi sadece biyolojiyle ilgilenen insanlar için değil, hayatın her alanında bir düşünme tekniği oluşturması açısından da önemlidir.

Bilime saldırmaya devam edecekler. Kendilerine kindar nesil yetiştirmeye devam edecekler. Ama bizler vazgeçmeyeceğiz. İnadına bilimi savunacağız!

İstanbul


Kurtuluş Partisi Gençliği’nden

Bir Yoldaş


Yararlandığım Kaynaklar:
Evrim Kuramı ve Mekanizmaları (Çağrı Mert Bakırcı)

Canlılar Dünyası (Oxford)

Campbell Biyoloji (Reece…)

www.evrimagaci.org