16 Mart 2015 Pazartesi

16 Mart Beyazıt ve Halepçe Katliamlarını Unutmadık, Unutmayacağız!

16 Mart, on yıl arayla iki katliama tanıklık etmiş kara bir gün olarak tarihe geçmiştir.
16 Mart 1978’de Beyazıt’ta 7 gencecik fidanımız, 1988’de ise Irak’ın Halepçe kentinde 5 binden fazla Kürt kardeşimiz acımasızca katledildi.
Bugün 16 Mart 2015’te bu katliamları unutmayan Kurtuluş Partisi Gençliği olarak, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde hem Beyazıt Şehitleri’ni hem de Halepçe’de katledilen kardeşlerimizi andık.
Kurtuluş Partisi Gençliği’nden Utku Yoldaş’ımızın okuduğu basın açıklamasının ardından 7 Kızıl Karanfilimizin katledildiği fakülte önüne karanfillerimizi bıraktık. Sonra katliamların sorumlusu AB-D Emperyalizmini ve onların yerli uşaklarını sloganlarımızla bir kez daha lanetledik. Şehitlerimize kanlarının hesabının sorulacağının sözünü verdik.
Gerçek devrimciler olan bizler, bu katliamları unutmadık ve asla unutmayacağız, mutlaka hesabını soracağız!
Okunan basın açıklaması aşağıdadır:

16 MART’LARDAN GEZİ ŞEHİTLERİNE;
BÜTÜN KATLİAMLARIN HESABI SORULACAK!
 16 Mart Beyazıt Katliamı; 16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde gerçekleşen ve 7 devrimci öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin de yaralanmasıyla sonuçlanan katliamdır. 16 Mart Katliamı; CIA ve onun yerli örgütü Kontrgerilla tarafından eğitilmiş ve silahlandırılmış kana susamış kuklaları, Kontrgerilla’nın özel partisi MHP’li faşistler tarafından gerçekleşen bir katliamdır.
16 Mart Katliamı nasıl geldi?
77 1 Mayısı’ndaki katliamdan sonra özellikle üniversitelerde devrimci öğrencilere yönelik saldırıların iyice arttığı günlerde üniversite özerkliği kuşa döndürülmüş, üniversitelere polis doldurulmuştu. Devrimci öğrenciler polis ve faşistlerin kıskacına alınmak istenmişti. Bunun üzerine devrimci öğrenciler 1 Mart 1978’den itibaren okula toplu halde giriş-çıkış yapma kararı almıştı.
7 Mart günü İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı şube müdürlüklerine, sol gruba mensup öğrencilerin fakülteye gelmeye devam etmeleri halinde 8-10 gün içinde bu grubun üzerine dinamit atılacağını bildirdi. Göz göre göre gelen bir katliam olduğu apaçıktı. Yıllar sonra ortaya çıkan bu belge o günlerde örtbas edilmeye çalışıldı. Uyarı yazısında bahsedilen dinamitin ABD’den TSK’ye hibe edilen TNT tahrip kalıbı olması da sorgulanması gereken bir başka ayrıntıdır. Bu kalıbın o günlerde bir yüzbaşı tarafından Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı olan Abdullah Çatlı’ya teslim edilmesi ülkücü-devlet işbirliğinden başka neyin kanıtı olabilir? Bombayı patlatma görevi ise Beyazıt’ta ayakkabıcılık yaparken faşist saldırıların birçoğunda yer almış bir ülkücü olan Zülküf İsot’a verilmişti.
16 Mart 1978 Perşembe günü ise açıkça hissedilen bir olağanüstülük vardı Beyazıt’ta. Öğlen saatlerinde hukuk ve iktisat fakültelerinden çıkan 150 kadar devrimci öğrenci polis kordonu altında ilerlemeye başlamıştı. Ancak bir terslik vardı. Öğrencileri güvenlik gereği çıkardıkları yan kapıdan değil, merkez kapıdan çıkarmıştı o gün polis ne hikmetse! Her zaman öğrencileri yurda kadar bırakan polis o gün öğrencileri çıkardıktan sonra geride kalmıştı. O gün bu garipliği fark eden polis memuru Yahya Gergin yıllar sonra olayı anlatırken: “Her zaman 30-40 polisin koruma görevi yaptığı yerde olay günü sadece 9 memur vardı” diyerek, ihmali gözler önüne serecektir. Devrimci öğrenciler üniversite kapısına geldiğinde dışarıda bekleyen 15-20 kişilik ülkücü grubu fark ettiler. Slogan atan ülkücü öğrencilerin önüne set kuran polis, devrimci öğrenciler üzerindeki koruma kalkanını kaldırmıştı. Korunmasız kalan devrimci öğrenciler açık hedef durumunda kalmışken bomba tam o esnada grubun üzerine atıldı. Ardından arabalardan otomatik silahlarla açılan yaylım ateşiyle birlikte ortalık kan gölüne döndü. Ateş kesilince ise bombayı atan gence ve ateş açanlara yönelen polis memurları, komiser muavini Reşat Altay’ın “Geri dönün” emriyle durdurulacaktı.
Saldırının ardından bilanço oldukça ağırdı. Olay yerinde hayatını kaybeden 5 öğrenci Baki Ekiz, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamit Akıl ve Turan Ören’di. Ertesi gün Hatice Özen’in, bir hafta sonra da Cemil Sönmez’in ölüm haberinin gelmesiyle Beyazıt Şehitleri’nin sayısı 7’ye çıkacaktı.
Beyazıt Meydanı’nı Süleymaniye’ye kadar kana bulayan bu katliam tarihe kara bir leke olarak geçecekti. Olay olmadan önce emniyete gönderilen uyarı yazısının dikkate alınmaması, olay günü koruma görevi yapan memur sayısının bilinçlice azaltılması ve olay sonrasında katillere yönelen polis memurlarının durdurulması gibi birçok durum, devlet gözetiminde ülkücüler eliyle yapılan bir katliam olduğuna apaçık işarettir. Yine faşistler devrimci ve solcu öğrencileri vurmuş, polis ve devlet göz yummuştu. Olay sonucu açılan dava ise 2008 yılında zaman aşımına uğradı.
Peki 16 Mart katliamı neden yaşandı?
AB-D Emperyalistlerinin ülkemizi kolayca sömürebilmeleri için düşman oldukları 27 Mayıs Politik Devrimi’nin etkisiyle imkân bulan aydınlanmanın ve kısıtlı da olsa gelen özgürlüklerin önünü kesmek, kitlelere gözdağı vermek için yapıldı. 27 Mayıs’ın sınırlı kazanımlarını yok etmek, 12 Mart 1971 faşizminin tamamlayamadıklarını tamamlayarak faşist diktatörlüğe gerekçe oluşturabilmek için yapıldı. Çünkü hiçbir ilerici hareket ABD Emperyalizmi güdümündeki iktidarların ve Parababalarının işine gelmemektedir. CIA güdümündeki Kontrgerillanın partisi olan MHP’li faşistlerin maşa olarak kullanılması da bunu destekler niteliktedir.
10 yıl sonra yine bir 16 Mart günü yaşanan bir başka katliam: Halepçe…
Kürt Ulusal hareketini yok etmek için 16 Mart 1988’de Irak Hükümeti’nin kimyasal-zehirli gazlarla yaklaşık 5000 Kürdü katlettiği, binlercesinin yaralanmasına sebep olduğu bir vahşettir. Zehirli gazların temin edildiği adres ise yine aynıdır: ABD! Böylesine halkları katleden ABD Emperyalizmi bugün de Ortadoğu’nun baş belasıdır ve gittiği ülkelere kan ile acıdan başka bir şey vermemektedir. Olayı duyar duymaz Halepçe’ye giden Sabah Gazetesi’nden Ramazan Öztürk şöyle anlatıyordu katliamı:
“Hayvanların çoğu ölmüştü. ‘Eğer gaz şehrin dışını bu kadar etkilemişse şehir ne durumdadır?’ diye düşündüm. Korkuyordum. Şehrin içine ilk girdiğim itibariyle sokakların sağında solunda cesetlerle karşılaştım. Çok sayıda ceset vardı. Bu cesetler daha çok kadınlara, yaşlı insanlara, bebeklere, çocuklara aitti. Görüntüleri çok feciydi. Kiminin derisi kabarmıştı, sıcak su dökülmüş gibi. Kimi yanmış kimi morarmış. Sofra başında yemek yiyen anne, baba, çocuklar ölmüş. Birbirlerine sarılmış halde can vermişler. Kapı eşiğinde anne ve çocuklar. Katliamın üçüncü günüydü. Cesetler kokuyordu. Dayanılmaz bir koku vardı. 6 bin insanın kokusunu düşünün.”
İşte o günlerde Beyazıt’ta, bomba ve silahla, faşist kuklalar eliyle 7 fidanımızı katledenler, bugünlerde Ortadoğu’yu kan gölüne çevirenler,  Gezi İsyanı’mız sırasında ve sonrasında acımadan gençlerimizi ve çocuklarımızı polise verdiği emirle öldürtenlerden farklı değildir! Bu katliamların sorumlusu ABD Emperyalizmi ve onların yerli uşaklarıdır!
Ancak bu ülkenin gerçek devrimcileri ne Beyazıt’ı ne Halepçe’yi ne de Gezi Şehitlerini unutacaktır! Bütün katliamların ve acıların yegâne sorumlusu olan AB-D Emperyalizmi ve onların yerli uşaklarıyla mücadele zafere ulaştırılacak, II. Kurtuluş Savaşı Demokratik Halk İktidarı ile taçlandırılacaktır.
Katledilen bütün kardeşlerimizin hesabı sorulacaktır! Çünkü bizde zamanaşımı yoktur!
Kahrolsun ABD-AB Emperyalizmi!
Kahrolsun MİT-CIA-Kontrgerilla!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
 Kurtuluş Partisi Gençliği