3 Mayıs 2014 Cumartesi

Cennete bak!

Milliyet Gazetesi’nin, 21 Mart tarihli “Akademi” Eki’nin başlığı:
“Türkiye üniversite cenneti oldu”
Nasıl olmuş bu?
“Türkiye’de artık her ilde bir üniversite var; Kayseri, Konya, Bursa, Gaziantep gibi şehirlerde ise 4-5 üniversite bulunuyor. Sayı bakımından rekor 48 üniversiteyle İstanbul’da; onu 20 üniversiteyle Ankara, 9 üniversiteyle de İzmir takip ediyor”muş.
Hatta, “Sayıları arttıkça, adaylar da daha seçici olmaya başla”mışlar, “Rahat edecekleri kentlerde, iş bulacakları bölümlerde okumak istiyorlar”mış, “O nedenle her yıl on binlerce kontenjan boş kalıyor”muş da, “Üniversiteler öğrencileri değil, öğrenciler üniversiteleri seçiyorlar”mış…

Üniversite sayısının artması, her ile bir ya da birkaç hatta birkaç on üniversite açılması ülkemizin “üniversite cenneti ol”masını sağlar mı?
Eh sayı bir ölçü ise, sayının çokluğu “cennet” olmaya neden oluyorsa sağlar…
Ama her şehirde bir üniversite olması bir meziyet, bir başarı, bir övünç kaynağı olmadığı gibi, o şehri de “cennet” yapmıyor.
Bildiğimiz gibi “Cennet”; insanların yaşarken erişemedikleri şeylere eriştikleri yer anlamındadır. Eğer bu dünyada iyi şeyler yaparsanız, öldüğünüzde cennete gidersiniz ve orada ödüllendirilirsiniz. Yani cennet, dinlere göre ölümden sonraki yasaksız, insanın isteyebileceği her şeyin anında karşılandığı tatlı ve sonsuz hayattır.
Ya bizim konumuz açısından durum nedir?
Bunu da biz değil aynı Ek’in Yayın Yönetmeni Abbas Güçlü söylüyor. Üstelik de aynı sayıda söylüyor bunu. Yukarıda sözünü ettiğimiz haber 1’inci sayfada manşet, orta sayfanın tümü (6-7’nci sayfa) bu habere ait. Abbas Güçlü ise Yayın Yönetmeni olarak 3’üncü sayfada yazdığı yazıda aynen şöyle diyor:
“Hemen her kent, eskiden fabrika isterdi, sonra üniversite istemeye başladı. Çünkü öğrencilerin kentlerin ekonomisine ve sosyal yaşamına katkısı çok büyük oluyor. Ama hepsine açılınca, üstüne üstlük, arkadan daha fazlası gelince, ev fiyatları fırladı, hayat pahalılaştı, bakışlar değişti.. (…)
“Ve üniversite diploması artık her şey değil.”
Biz buna eklemeler yapalım. Anadolu’nun küçük şehirlerinde, o şehirlerin ilçelerinde açılan üniversiteler, fakülteler, yüksek okullarda önce yeterli öğretim üyesi, profesör, doçent yok. Asistanlarla yapılan bir üniversite eğitimi söz konusu. Okulların konumu, barınma olanakları, sosyal yaşam olanaklarını ise hiç saymayalım. O üniversitelerden mezun olmak, sadece AB’ye girmek için yerine getirilmesi gereken sayıyı, üniversite mezun sayısını sağlar o kadar. Başka hiçbir şey sağlamaz ve de sağlamıyor. Bu, gün gibi açık bir gerçek. Boğaziçi, Koç, Sabancı vb. üniversiteden mezun birisinin yanında Kastamonu, Niğde vb. “üniversite”den mezun bir öğrencinin ne yazık ki iş bulma, iyi bir iş bulma, okuduğu dalla, alanla ilgili iş bulma şansı neredeyse sıfır. Kapatılamaz bir eşitsizlik söz konusu.
Üstelik “üniversite” bitirmek, mezun olmak da bir anlam ifade etmiyor.
Niye?
Ülkemizde genel işsizlik oranı, resmi rakamlara göre yüzde 10’larda, gerçekte ise en az 50’ler oranında. Üstelik de bu işsizlik oranları içinde en yüksek pay, üniversite mezunu gençlere ait. Üniversite mezunu gençlerimizin yine resmi rakamlara göre işsizlik oranı yüzde 30’lara yakın. Dolayısıyla bu nasıl bir “cennet” oluyor?
Bu Tayyipgiller’in yarattığı sahte bir cennet. Halkımızı Allah’la aldatan Tayyipgiller, gençlerimizi de her ile bir üniversite açarak aldatıyorlar. Allah’la aldatılan masum halkımız gibi, gençlerimizi de üniversiteli olmakla aldatılıyorlar.
Üniversiteye girmek bir dert (ne bir derdi binbir dert), mezun olduktan sonra iş bulabilmek yüz bin dert…
Gençlerimizin iş bulamadıkları için ruh sağlıkları bozuluyor, intihar ediyorlar, açlıktan ölmemek için her türlü işi yapıyorlar. Elbette her iş kutsaldır ama onca sene okuduktan sonra inşaatlarda çalışıyorlar, AVM “cenneti” ülkemizde tezgâhtarlık yapıyorlar vb. vb…
Ve her yıl onlarca üniversite mezunu gencimiz, iş cinayetlerinde yaşamlarını yitiriyorlar. Bu konuda örnek o kadar çok ki…
Sözün özü; her ile açılan üniversite, ülkemizi üniversite cenneti yapmıyor ne yazık ki.

Kurtuluş Yolu Gazetesi'nin 75. sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öneri/eleştiri ilet.