29 Nisan 2014 Salı

Biber Gazı, tazyikli su ve copa rağmen şampiyon: Fenerbahçe


Aydınımız, şüphecidir. Bir türlü zıtlıkların bir araya gelebileceğine inanmak istemez, bu tür olayları da kavrayamaz. Ancak yaşamda bundan başka bir yol yok, her çelişki birbirini buluyor bir zaman sonra yan yana.

Ticari futbolun markalaştırdığı ve pazarladığı spor takımlarının, gençliğin eliyle vurucu güce dönüşen birer kahraman olması da işte ancak bu şekilde açıklanabilirdi. Dünyanın programsız, kendiliğinden devrimler ve karşı-devrimlerle, halk isyanlarıyla çalkalandığı şu günlerde, Türkiye'deki karşı-devrimin öncü gücü haline gelen AKP'nin karşısına spor kulübü bağı ile yığın haline gelmiş insanların çıkması ancak bu olgunun bir kez daha inat eder gibi ispatıydı.

Fenerbahçe'nin 2013-2014 sezonu sonundaki şampiyonluğu da, karşı-devrimin yenilgisi haline getiren bu gerçeklik oldu.


İktidarın elindeki silahın kendine dönüşü

Ülkede her şeyi kontrol etmek isteyen bir iktidarın güç gösterisi sonucuydu olanlar. O gösteride İstanbul'un "elit" spor oligarşisi yerine hiç şampiyon olmamış takımlar ipi göğüsleyecekti. "İleri demokrasi rüyası" kitlelere "şampiyonlar oligarşisini bile yıkarız" diyecekti. Hatta bu yeni düzene karşı çıkanlar spor dışı işleri yoluyla uslandırılacak, hatta hapse bile tıkılabilecekti. Sanırız 10 yıl önce böyle bir şeyi söylesek, kimse bize inanmazdı. Nasıl insanların kaç çocuk yapacağına, nasıl bir eğitim göreceğine, nasıl giyineceğine, ne içeceğine karışıyorsa hükümet, hangi takımın şampiyon olacağını da belirleyeceğini kanıtlayacaktı.

İşte karşı-devrimin bu hareketi, "yavaş yavaş" yol alırken yapmış olduğu bu önemsiz gözüken hata, kitleleri uyardı. Oyun o kadar iyi kurgulanmıştı ki, kimse şüphelenmeyecekti. Aziz Yıldırım gibi bir parababası üzerinden, Fenerbahçe'den bıkacaktı taraftarları. "Mustafa Kemal'in kurduğu" Fenerbahçe "Cumhuriyeti" yıkılacak, sıradan bir elit tarikatına dönecekti. 3 Temmuz 2011 günü amaçlanan buydu.

Parababalarının işine güvenilmez, bu çok iyi kavradığımız bir durum. Yine son aylarda ortaya çıktığı gibi, Nihat Özdemir gibi ağzı bozuk, halk düşmanlarının yönetiminde, başarı hırsı için bir takım hileler yapılmış olabilir. Sevhen Taksim-Gezi eylemlerine destek vermiş, ancak sonrasında hatasını Japonya'da hükümet için lobi faaliyetlerinde saf tutarak düzeltmiş Ali Koç'a da güvenmiyoruz aynı şekilde. Ancak Fenerbahçe taraftarı, en başından beri ortaya konan Fenerbahçe'yi karalama kampanyasının uzantısı olan iddiaların tek birine bile itibar etmedi. Hele ortada Balyoz, Ergenekon, KCK davaları varken, yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş "sözde Fenerbahçeli" bir başbakan baştayken, şüphelenmemek elde değildi. Sportif alanda bakarsak, Fenerbahçe Türkiye'nin en kaliteli takımı haline gelmişti. Sadece futbolda değil, bütün ana spor dallarında Fenerbahçe şampiyonluk kazandı o sezon. Dikkat çekmemiz gereken başka bir durum da, futbol takımının Aykut Kocaman'ın kendine özgü çalıştırma şekli, ilk yarıda iş yapamayan takıma ikinci yarıdaki tüm maçları kazandırmasıydı. Maalesef, bu özgün çalışma, ya Fenerbahçe yöneticileri tarafından(?), ya da mahkemeler tarafından hiç edilmeye çalışıldı.

Fanatizm mi? Politikleşme mi?

Şike duruşmaları başladı, her duruşmada mahkeme önünde toplanan kitlelere biber gazı, jop ve tayzikli su ile saldırı gerçekleştirildi. Herkes bir avuç fanatiği uslandırma operasyonu olarak görüyordu olayı. 2011-2012 sezonu sonunda şampiyonları belirleyen maç sonu, maçı kaybeden taraf olmanın verdiği öfke ile(?) sahaya inmişti taraftar. Öyle bir inmişlerdi ki, ne polis, ne özel güvenlik görevlileri durabilmişti karşılarında. Stad dışında iki polis arabası paramparça hale gelmişti. Fanatizmin en tepesine vurulduğu düşünülüyordu herkes tarafından. Ta ki maçtan bir sonraki güne kadar.

Sosyal medyada, Fenerbahçe taraftarı polisin olayları bilerek başlattığını iddia ediyordu. Kaybedilen şampiyonluğu hazmedemediğini düşünüyordu kamuoyu. Ancak henüz olaylar başlamadan önce, bir polisin insanların üzerine "böcek ilaçlar gibi" sıktığı biber gazı, şüpheye yol açtı. İtiraz eden taraftarlar, fanatizmin üslubunu kullanmıyordu ayrıca. Son derece politik, son derece hükümet karşıtı bir üslup kullanılıyordu. Fenerbahçe'nin, Türkiye sporunun sokulmaya çalışıldığı durum, en acımasız dille eleştiriliyordu. Sadece Fenerbahçe değil, operasyonlar sonucu hiç edilen tüm takımların taraftarları aynı şekilde düşünüyordu. Galatasaray taraftarının stad açılışında başbakanı yuhalaması, yöneticilerin başbakandan af dilemeleri, Çarşı'nın daha da yükselen politik tavrı, ard arda çıkan politik taraftar grupları, Boz Baykuşlar gibi artık bu tartışmalardan sıkılan ve işi mizaha vuran taraftar grubunun ortaya çıkışı hep bu durumların sonucuydu. Ortada sadece şike değil, sporu dizayn etme operasyonu vardı.

Söz konusu görüşlerin getirdiği baskı sebebiyle kanunlar değiştirildi. Aziz Yıldırım ve diğer yöneticiler tahliye edildi. Fenerbahçe ligden düşürülmedi. 2012-2013 sezonunda büyük başarılar elde etti Fenerbahçe. Türkiye Kupasını kazandı, ligi son maçta 2. bitirdi ve Avrupa Ligi'nde yarı final oynadı. Başarı, taraftarı tatmin edebilirdi. Ancak baskılar devam etti. Takımın ligden düşürülme baltası başlarda dolanıyordu. Yurtdışındaki kararlar, olayın politik yönünü keşfetmeke yönünden "Fransız"dı. Tribünlerde ise Genç Fenerbahçeliler gibi lümpen grupların yerine politik duruşları olan taraftar grupları güç kazandı. Artık maçlarda çok az da olsa politik sloganlara rastlayabiliyorduk. Bu duruma Beşiktaş'ın Çarşı grubundan alışkın olan kamuoyu, fazla garipsemedi. Hükümetin özel hayata müdahale eden tavrı, ekonomideki gerginlikle birleşince, zaten 1 senedir hükümetin baskı araçları ile göğüs göğüse mücadele eden Fenerbahçe taraftarının politik tavır almaması garip olandı. Ancak o taraftarın içinde biriken öfkeyi, savaş ortamını hissettirecek tribün dışı bir alan gerekiyordu. 31 Mayıs akşamı o alan Taksim-Gezi oldu.

Fenerbahçe yıkılmaz!

1 Haziran günü, taraftar meydanlardaydı. 2 senedir sporun rant amacıyla politikleşmesine karşı cevabını vermiş oldukları kadar, isyana sloganları ile katıldılar. Sadece onlar değil, laik düşüncede olan, hayatına müdahale edilen, ülkesinin kendine sorulmadan parçalanmasına karşı çıkan, ezilen, sömürülen herkes, 1 Haziran günü hükümete cevap vermişti. İsyanda kaybedilen gençler, taraftarların ağzından çıkan bestelerle anılıyordu. Taraftarlar, cenazelere, mahkemelere giderek destek oluyordu. Böylesine politik bir isyanın önderi, sürükleyicisi rolünde Beşiktaş'ın Çarşı adındaki tribün grubu vardı. Direnişçiler, Çarşı'ya takım farkı gözetmeden sahip çıktı. Kış boyunca süren eylemlerde yine taraftarlar alanlardaydı. Artık spor ve politika iç içeydi, hem de ayrılmayacak bir biçimde. Son olarak, bir çok taraftar, siyasi görüşü ne olursa olsun, oy vermeye formaları ile gittiler.

Ancak halkın ve taraftarın verdiği cevap hala anlaşılamadı. Zaten ülkenin son derece karmaşık ilişkilere sahip durumunu kavrayamayacak olan Avrupalı spor hukuku adamlarının anlamasını beklemiyorduk. Ancak yıllardır birbirine düşman edilmiş taraftarların formaları ile direnişe katılmasını ne bizim spor adamlarımız, ne de iktidar kavrayabildi. Hala da "İstanbul United" gibi bir kavramın nasıl ortaya çıktığını anlayamıyorlar. Bu yüzden seçim sandıklarına formaları ile giden insanlara "hayırdır maç mı var" diye muhabbet olsun diye soruyorlar. Bazıları ise Fenerbahçe'de bu gedikleri

Devrimci gençlik olarak bize de ders çıkıyordu bu kalkışmadan. Mizahın, sporun, kültürün, sanatın içinde yer alırsak işçiye, emekçiye, gençliğe, köylüye ulaşmak daha kolaydı. Faşistlerin halkı 3F ile yönettiği zaman, onları nasıl yeneceğimizi biliyorduk. Sovyetler Birliği de tüm yozlaşmalara, parti ile halk arasındaki tüm volan kayışlarının kopmasına rağmen, sportif ve kültürel sisteminin görece gelişmesinden dolayı yıllarca ayakta kalmaya devam etti. Bu bakımdan hem proleteryanın anavatanından, hem de topraklarımızda yaşanan en büyük isyan olan Taksim-Gezi isyanından öğreneceğimiz daha çok şey bulunmakta.

Şampiyonluk, halkın zaferidir

En başta belirttiğimiz gibi, zafer karşı-devrime karşı kazanılmıştı. Ülkede laikliği, Mustafa Kemalciliği, yurtseverliği ve Kuvay-i Milliyeyi, yani anti-emperyalist birinci kurtuluş savaşını temsil eden, onun tüm ilişki ve çelişkilerini baharında taşıyan Fenerbahçe, şampiyonluğu iktidara ve cemaate karşı kazanmıştı. Bütün devlet kurumlarını dize getiren, sindirebilen, sandıktan üst üste altıncı defa birinci çıkan iktidar, bir futbol takımını yenemedi. Fenerbahçe, isyanda hayatını kaybeden gençlerle bütünleşti, onlarla birlikte simgeleşti ve bu moral gücü ile daha 4 hafta kala şampiyonluğunu ilan etti. İktidar yandaşlarının ele geçirdiği Lig TV'nin her türlü sansürü, her türlü küfür, her türlü engelleme, hükümete karşı bir silaha dönüştü. Daha da garibi, henüz erken bir yargıya varmamakla beraber, kulüp yöneticileri de bu zaferin oluşmasını sağlayan o bütünlüğü kabul ettiler. Beşiktaş, federasyona "cezanın ertelenmesi" yönünde görüş bildirdi. Galatasaray, şampiyonluğu tebrik eden ilk takım oldu. Yıllardan beri gerilimin bilerek yükseltildiği lig, tansiyonsuz bir şekilde sona erdi.

Eğer sporu bu şekilde iktidarın ihtiraslarına karşı dizayn edebiliyorsak, neden politikayı da dizayn edemeyelim? Neden elimizdeki gücü gençlik olarak kullanmayalım? Böyle bir fırsat elimizdedir. Beceriksiz parlemento siyasetinin yerine, halkın iktidarını kazanmak mümkündür. Zafer yakındadır. Yeter ki taraftarı devrimci politika ile daha fazla tanıştıralım, devrim ateşini yüreklerinde hissetmelerini daha fazla sağlayalım.

Son olarak, Bekir İrtegün'ün sözlerini alıntı yapmadan olmaz:
"Biz çok çektik. Tıpkı diğerleri gibi tertemiz bir şampiyonluk elde ettik. Bu şampiyonluğu biber gazı yiyen, çile çeken, suçlanan tüm Fenerbahçelilere armağan ediyorum."

Kurtuluş Partisi Gençliği'nden bir yoldaş